...
Karıncaları inceleyen bir uzman, yuvalarının önüne bir şeker koyuyor. Karıncalardan bazıları bunu haber alıp yemeye başlıyor. Uzman bu esnada şekerin üzerine biraz içki döküyor. Bundan bir kısmı kaçıyor, bir kısmı ise yemeye devam edip sarhoş oluyor. Kaçanlara da yiyenlere de birer boya ile işaret koyuyor. Kaçanlar, yuvaya gidip durumu haber veriyor. Bir müddet sonra kalabalık bir grup gelip sarhoş olanları öldürüyor.
Kur’ân-ı Kerîm’de karınca
Türlü meziyetlere sahip olan karıncaları Allâhü Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de zikretmiş ve “Neml / Karınca Sûresi” isminde bir sûre inzâl buyurmuştur.
Bu sûre-i celîlede bildirildiği üzere Süleyman aleyhisselâm bütün kuşların dilinden ve mantığından anlıyordu. Karınca, küçük hayvanlara misal olduğu gibi kanatlı cinsi de bulunması itibariyle uçan hayvanlar cümlesinden de sayılırlar. Bu münasebetle Süleyman Aleyhisselâm, karıncanın da söylediklerini anlayabiliyordu.
Rivâyet olunmuştur ki Süleyman Aleyhisselâm, orduları ile karınca vadisine geldiği zaman kraliçe karınca, orduların sesini hissetmişti. Fakat onların gökte mi, yerde mi olduklarını bilemediği için ezilmekten korktu. Onun, diğer karıncalara, yuvalarına girmeleri için seslendiğini işiten Süleyman (a.s.), karıncalar yuvalarına girene kadar korkmamaları için rüzgâra durmasını emretti ve rüzgâr durdu. (Hak Dini Kur’an Dili, 5/3669)
Süleyman (a.s.), karıncanın “Ey karıncalar! Yuvalarınıza giriniz. Süleyman ve onun askerleri, farkında olmadıkları hâlde sizi kırmasınlar.” sözünü duyunca: “Onu, bana getirin.” dedi. Onlar da getirdiler. Hazreti Süleyman (a.s.), karıncaya:
“Ey karınca, benim askerlerimin zulmetmeyeceklerini bilmez misin?” diye sordu. Karınca:
“Bilirim; ancak ben, bu topluluğun ulusuyum. Benim, onlara nasihat vermemin dışında çare yoktur.” diye cevap verdi. Hazreti Süleyman (a.s.):
“Benim askerlerim havada idi, senin topluluğunu, nasıl ayakları altına alıp çiğneyeceklerdi ki?” diye sordu. Karınca:
“Benim kastım, karıncaların yerde telef olmaları değildi. Murâdım, onların, senin azamatine ve debdebene kapılıp askerlerini seyrederken Allâhü Teâlâ’yı anmaktan geri kalmamaları ve gaflet meydanında çiğnenip zelil olmamaları idi. Senin saltanatını gördüklerinde gönüllerinde dünyaya meyletme arzusu ortaya çıkar; hâlbuki dünya, Cenâb-ı Hak indinde mebğuzdur/sevilmez.”
Bundan sonra Hazreti Süleyman (a.s.) karıncaya: “Bana nasihat ver.” dedi. Bunun üzerine karınca:
“Babanın, neden 'Dâvûd' diye isimlendirildiğini bilir misin?” diye sual etti. Hazreti Süleyman (a.s.): “Hayır” dedi. Karınca:
“Çünkü o, kalbinin yarasını tedavî etti.” dedi. Sonra “Peki, sen, neden 'Süleyman' diye isimlendirildiğini bilir misin?” dedi. Hazreti Süleyman (a.s.) yine, “Hayır” dedi. Karınca:
“Çünkü sen, sadrı (gönlü) ve kalbi selîm (dünya sevgi ve alakalarından uzak, ihlâslı) bir kimsesin.” diye cevap verdi.
Sonra Hazreti Süleyman (a.s.), karıncaya ne kadar askerinin olduğunu sordu. Karınca:
“Dört bin komutanım var; her bir komutanın emrinde kırk bin nakîb, her nakîbin emrinde de kırk bin karınca vardır.” dedi.
Hazreti Süleyman, askerlerini niçin dışarı çıkarmadığını sordu. Karınca: “Ey Allâh’ın Peygamberi! Bize yeryüzünü verdiler, kabul etmedik; yerin altını tercih ettik ki Allâhü Teâlâ’dan gayri kimse, hâlimizi bilmesin.” diye cevap verdi. Sonra karınca: “Ey Nebiyallâh! Hak Teâlâ’nın sana ihsan ettiği nimetlerinden birini söyler misin?” diye sual etti. Hazreti Süleyman: “Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgârı, bana binek kıldı.” dedi.
Karınca: “Bunun manasının ne olduğunu bilir misin?” diye sual ettikten sonra: “Sana dünya mülkünden ne verdiysem, hepsi bir rüzgâr gibidir; gelir ama payidar kalmaz.”
Nitekim “Dünyaya güvenen, rüzgâra güvenmiş gibidir.” denilmiştir. Süleyman Aleyhisselâm, karıncanın bu sözlerini işitince “Artık onun sözünden, gülercesine tebessüm etti ve dedi ki: ‘Yâ Rabbi! Bana ilham buyur, bana ve anne-babama in’âm buyurmuş olduğun nimetine şükredeyim ve senin razı olacağın sâlih amelde bulunayım. Beni, rahmetinle sâlih kullarının zümresine idhal buyur.” diye duâ etti. (Rûhu’l-Beyân, Neml Sûresi, 19. âyet-i kerîme tefsirinden)
Karınca kıssasının geçtiği bu Vâ’di’n-Neml’i, Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ziyaret edip orada namaz kılmıştır. Bu yere yapılan mescide, Mescid-i Nemle denilmiştir.
Karıncadan alınan ibret
Emir Timur’a, “Emirlik gibi yüksek bir makama nasıl eriştin?” diye sual ettiler. Şöyle cevap verdi:
“Asla ümitsizliğe düşmedim ve hiçbir güçlükten yılmadım. Maksadıma erişmek için bir karıncadan ibret aldım. Bir gün düşmanlarımdan kaçmış, bir harabeye sığınmıştım. Akıbetimden endişe etmekteydim. Ansızın gözüm bir karıncaya tesadüf etti. Kendinden daha büyük bir buğday tanesini almış, duvardan yukarı çıkıyordu. Yolun yarısına varınca, buğday ağır olduğu için yere düşüyordu. Karınca tekrar alıp çıkmaya çalışıyordu.
Saydım; bu hâdise altmış-yetmiş defa tekrar etti. Karınca, vazgeçmedi ve en sonunda buğday tanesini, duvardan yukarıya çıkarıp maksadına erişti. Bu vaziyeti görünce, ondan ibret aldım. Bende bir ümit peydâ oldu ve kendi kendime, ‘Ben, bu karıncadan daha âciz değilim!’ dedim ve maksadıma erişinceye kadar aslâ ümitsizliğe düşmedim, hiçbir güçlükten yılmadım.” (Orta Şekerli Tarih, Yedikıta Kitaplığı)
Kaynak: İnsan ve Hayat Dergisi Aralık 2024 (178. sayı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.