Müslümanca Yaşamak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müslümanca Yaşamak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ağustos 2025 Pazar

Sevgi Yoluyla

 

Allah ve Rasulüne itaat, imanın icabıdır. İnsan inandığını sever, sevdiğine de itaat eder. İmam-ı Şafii Hazretleri bir şiirinde şöyle buyurur: “Allah’ı sevdiğini açıkladığın halde O’na isyan ediyorsun; kıyasen bu, açıkça imkansızdır. Şayet sevgin doğru olsaydı O’na itaat ederdin. Zira seven sevdiğine itaat eder.

Dünyadaki itaatların çoğunluğu zorbalığa boyun eğmek yolu iledir. Halbuki Allah’a itaat sevgi yolu iledir. Zira herkes irade-i cüziyesinde hürdür.

İnanan bir insan için; kendisini yoktan var eden, akıl, fikir, duygu, konuşma, görme, işitme gibi sayısız nimetleri meccanen veren Allah’ı sevmemek ve O’na itaat etmemek nasıl mümkün olur? İman kuvvetlendikçe Allah sevgisi de kuvvetlenir ve bu sevgi itaate dönüşür. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

Öyle insanlar vardır ki Allah’tan başkasını O’na, (Allah’a) denk hâle getirirler; tıpkı Allah’ı sever gibi onları severler (Böylece şirke düşerler). (Hakiki) Mü’minlerin Allah sevgisi (emirlerine itaat ve bağlılığı) ise daha kuvvetlidir. (Allah’a şirk koşup da kendilerine) zulmedenler, azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi), bütün kuvvetin Allah’ta bulunduğunu ve Allah’ın azabının, gerçekten çetin olduğunu keşke (önceden) bilselerdi.”[1]

Allah’a itaat, O’nun Rasulüne de itaati gerektirir. Zira Allah’ı kullarına tanıtan, O’nun kitabını tebliğ eden, cennetini cehennemini haber veren Allah’ın peygamberleridir. Peygamberi devre dışı bırakarak Allah’ı tanımak mümkün olmadığı gibi, Kur’an’ı, Peygamber Efendimizin tefsiri dışında manalandırmak, dini tahrip gayretinden başka bir şey değildir.

Cenâb-ı Hak o şanı yüce Peygamberimiz hakkında şöyle buyurmuştur:

(Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.“[2]

Evet, Efendimiz (s.a.v.) alemlere rahmettir, çünkü; Allah’tan aldığı ulvi emanet olan Kur’an-ı Kerim’i eksiltmeden ve ziyadeleştirmeden insanlığa tebliğ etmiş, Allah’a giden dosdoğru yolu insanlığa göstermiştir. Ahlakın en yücesini, faziletin zirvesini, vicdanın merhametin ne olduğunu hikmetli sözleri ve örnek hayatı ile insanlığa O öğretmiştir. Tüm insanlığın hidayetini ve hayrını istemiş, düşmanlarına bile merhamet ve adaletle muamele etmiştir. Her peygamberin makbul bir duası olduğunu ve onu dünyada kullandığını, kendisinin makbul duasını ise şefaat hakkı olarak ahirete sakladığını[3] bildirmiştir. Hem insanlara hem cinlere Peygamber olarak gönderilmiştir.

Böyle bir Peygamberi tanıyan ona severek itaat eder.

Peygambere itaat etmek, şu ayet-i kerimede ifade buyrulduğu üzere bizzat Allah’ın emridir:

(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”[4]

İslam’ın birinci kaynağı Kur’an-ı Kerim, ikinci kaynağı ise sünnettir. Hadis-i Şerifler Kur’an ayetlerinin tefsiri mesabesindedir. Kur’an’ı kabul edip de sünneti ve Hadisleri kabul etmemek Kur’an’ı mesnetsiz bırakmak demektir. Zira Kur’an’ı da bize nakleden Peygamber Efendimizdir.

La ilahe illallah” kelimesini “Muhammed’ün Rasûlüllah” ile birleştirmeyen kimse dinen iman etmiş sayılmaz. Zira “Muhammed’ün Rasûlüllah”[5] da Kur’an ayetlerindendir.

Bir Ayet-i Kerime Yüce Rabbimiz: “Hayır, Rabbine yemin olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”[6]

[1] Bakara, 165

[2] Enbiya, 107

[3] Buhari, 6304

[4] Al-i İmran, 31

[5] Fetih, 29

[6] Nisa, 65

21 Mayıs 2025 Çarşamba

Kurban İbadeti


 Kurban, lügatte Allah’a (c.c.) yakınlık manasınadır. Fıkıhta ise “Allah-ü Teâlâ’ya manen yakınlık için kurban niyeti ile kesilen hususi hayvan” demektir.

Kurban Bayramı’nda kurban kesmek, hür, mukim, Müslüman ve zengin olan, yani nisaba malik olan kimse için vacip olan bir vazifedir. Kurban kesme günlerinde kurban kesmeye gücü yeten kimse kesmeyip de daha sonra fakir düşse, vacip olan bu kurban vazifesi zimmetinden düşmez. İmam Hasan’ın İmam Ebu Hanife’den rivayetine göre; Kurban Bayramı günlerinde hür, Müslüman, mukim ve zengin olan bir kimsenin kendi adına ve küçük çocukları adına kurban kesmesi vaciptir.[1]

İslami kaynaklarda ibadet maksadıyla kesilen hayvana Udhiyye, eti için kesilen hayvana zebîha denilir. Kurban Bayramı günlerinde ibadet için kesilen kurbanın haricinde “Adak Kurbanı, keffaret kurbanı, çocuk doğduğu zaman kesilen akîka kurbanı, bela ve musibetlerin def’i veya sevap kazanmak için kesilen nafile kurbanlar da vardır.

Mali bir ibadet olan kurban, Hac Suresi’nde şöyle ifade buyrulur:

Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allah'ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allah'ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik. Onların etleri ve kanları asla Allah'a ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız (Allah'a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele.[2]

Kurban vecibesi, Hak yolunda fedakarlığın bir nişanı ve Allah-u Teâlâ Hz. lerinin verdiği nimetlerin bir şükrüdür. Bunun neticesi ise, sevaba nail olmak ve bir takım bela ve musibetlerden emin olmaktır.

Dünyanın muhtelif yerlerinde her gün çeşitli maksatlarla kesilen milyonlarca hayvandan çok az bir kısmının senede bir gün ibadet niyeti ile kesilip fakir fukaraya dağıtılmasını hoş görmemek, ne yazık ki bazı kimselerin içine düştükleri gaflet çukurundan çıkamamalarının neticesidir. Halbuki diğer hayvanlar ticari veya şahsi maksatlarla kesilirken kurban hem ibadet hem de sosyal yardımlaşma gayesine matufen kesilir.

Mevla’mızın; “İyilik ve takva yani Allah’a karşı gelmekten sakınma üzere yardımlaşın!”[3] Ayet-i Kerime’sinin sırrına erebilmek ve cemiyete faydalı insan olabilmek için kurbanlarımızı fakir fukaraya, dini ilimleri tahsil eden kimsesiz ve muhtaçlara bağışlamamız, ibadetimizin değerini kat kat artıracaktır.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şerif’lerinde

Âdemoğlu Kurban Bayramı gününde kurban kesmekten Allah’a daha sevimli gelen bir amel işlememiştir. Şüphesiz o kurban kıyamet gününde boynuzları, tüyleri ve tırnakları ile getirilecektir. Muhakkak kurban kanı yere düşmeden önce Allah’ın rızasındaki kabul mekanına düşer. O halde kurbanınızı güzelinden, iyisinden yapın.”[4] buyurmuşlardır.

Bir başka Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

Kim kurban kesmeye imkân bulur da kesmezse bizim namazgâhımıza yaklaşmasın![5]

İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri, Peygamber Efendimizin kurban kesmeyenler hakkındaki bu ikaz edici ifadelerini göz önünde bulundurarak Kurbanın vacip olduğuna hükmetmişlerdir.

 

[1] El-Cevheretü’n-Neyyire, Kitabü’l-Udhiyye

[2] Hac, 36-37

[3] Maide, 2

[4] Tirmizi, Edahi 1; İbn-i Mace, Edahi 3 (3126),

[5] İbn-i Mace, Edahi 2 (3123); Ahmed b. Hanbel, 8273

11 Mayıs 2025 Pazar

Sabah Namazı

 

sabahsunnetRabbimizin emri olan beş vakit namazın her birinin ayrı değeri ve bizlere kazandırdığı manevi zenginlikleri vardır.

(Hatta namaz içerisindeki rükunların; (yani kıyamın, rüku’ un, secdenin) bile insanın kalbine ve ruhuna tesir ettiği farklı güzellikler ve kazandırdığı dereceler vardır.)

Sabah namazının da farklı faziletleri, bambaşka güzellikleri vardır.

Sabah namazı vakti, imsak kesilmesinden güneşin doğuşuna kadarki süredir.

İşte bu zaman dilimi, bütün mahlukatın Mevla’yı zikrettiği, rızıkların dağıtıldığı, duaların kabul edildiği,maddi ve manevi hacetlerin giderildiği bir vakittir.

Her mümin en azından bu saatte uyanık olmalı; ibadet, zikir ve duadan, Mevla’mızın sonsuz ikram ve ihsanından mahrum kalmamalıdır.

İsra Suresinin 78.Ayetinde şöyle buyrulur:

  Güneşin batıya kaymasından (yani öğle vaktinden), gecenin kararmasına (yani yatsı vaktine) kadar olan namazları kıl, bir de( kıratı ile seçkin olan) sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı, gece ve gündüz meleklerinin hazır bulundukları, şahitlik ettikleri bir namazdır.”

Bu ayet-i kerimede, önce öğleden yatsıya kadar olan dört vakit namaz; sonra da hususen Sabah namazı emredilmiştir.

Burada sabah namazına kalkmanın ve bu namazın yüceliğine de işaret vardır.

Bir hadis-i şerifte; “Sabah namazı o kadar değerlidir ki onda meleklerde hazır olurlar. buyrulmaktadır.(A.Erol,1001 Hadis-i Şerif, S.154)

Ebu Hureyre Hz nin rivâyet ettiği başka bir Hadis-i Şeriflerinde ise Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurur:

 “Sizin takip eden gece ve gündüz melekleri vardır. Bunlar  sabah namazında, bir de ikindi namazında(bir nevi nöbet değişimi için)birleşirler.  Sonra Cenab-ı Hakk’ın huzuruna vardıklarında,Rabbimiz kullarının ne yaptıklarını çok iyi bildiği halde,“kullarımı nasıl bıraktınız” diye meleklere sorar. Onlarda “Vardığımız zaman namaz kılarken bulduk, ayrılırken de namaz kılarken bıraktık.”derler. (Riyazüs Sâlihin C.2. S. 377)

Bir İslam büyüğünün bildirdiğine  göre;

“Sabah namazı Cemali İlahi ile,  İkindi namazı Zat-ı İlahi ile, diğer namazlar ise sıfatı İlahiyye ile alakalıdır.”(Namazda tadili Erkan ve huşu,s.19,Fazilet neşriyat)

Bu bakımdan sabah namazına kalkmak ve mümkünse bunu cemaatle eda etmek o gün için yapılması gereken en mühim kulluk görevlerimizdendir.

Sabah namazının  sünneti de vacip derecesine yakın olup, en kuvvetli sünnettir.

Bir Hadis-i Şerifte Efendimiz (sas)şöyle buyurur:

“İki rekat sabah namazının sünneti, dünya ve içerisindeki  her  şeyden daha hayırlıdır.” (Riyazüs-Salihin,1104)

(Onun için,fıkhi bir hüküm olarak;diğer farz namazlarda; cemaatle namaz kılmak için gelen kişi, eğer imam farza başlamış ise sünnet kılmakla meşgul olmaz, direkt  imama uyup farza başlar. Sabah namazında ise durum farklıdır.

Burada eğer sünnetini kılıp da(tahiyyatta bile olsa)  farza yetişebilecek ise önce sünnet kılar sonra yetişebildiği yerden imama uyar.

Bununla beraber, eğer sünnet kılarken cemaati kaçıracaksa o zaman sünneti de terk eder direk farza başlar. Çünkü sabah namazının sünneti ne kadar kuvvetli ise de onu cemaatle eda etmek ondan daha faziletlidir.)

Olanca gayretine rağmen sabah namazına kalkamayan kişi bunu kuşluk vaktinde ilk fırsatta sünneti ile beraber kılar.

Diğer namazların kazasında sünnet kılınmazken bu vakitte yeni bir namaz vakti girmediği için beraberce kılınır.

Bununla beraber vaktinde kalkamadığı için, o vakitteki muazzam tecelliyattan mahrum kaldığı için de derin bir üzüntü duyar Hz. Allahtan Af diler.

(Sabah namazını cemaatle kılmakla alakalı olarak, Hadis-i Şerifte şöyle müjdelenmiştir;

Yatsı namazını cemaatle eda eden gecenin yarısını, sabah namazını cemaatle eda eden ise gecenin diğer yarısını ibadetle geçirmiş gibidir. Bu itibarla ikisini de cemaatle eda etmek gece sabaha kadar ibadetle geçirmek gibidir.”(R.Salihin)

Sabah namazını cemaatle kılmak, aynı zamanda her mümin için en korkunç hal olan münafıklıktan da muhafaza olmaya sebeptir:

Ebû Hüreyre (r.a)den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sas)şöyle buyurdular:

“Münafıklara sabah ve yatsı namazından daha ağır gelen hiçbir namaz yoktur. İnsanlar bu iki namazda ne kadar çok ecir ve sevap olduğunu bilselerdi, emekleyerek de olsa cemaate gelirlerdi.”(Buhârî, Mevâkît 20)

6 Nisan 2025 Pazar

İbadet Nedir?

Yüce Rabbimiz bizleri ibadet etmek ve O’na kullukta bulunmak için yaratmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, “Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”[1] buyurulmaktadır. Ancak ibadetin sadece belirli zamanlarda değil, bir ömür boyu devam etmesi gereken bir kulluk vazifesi olduğunu unutmamak gerekir.

İbadet geçici bir zaman için değil, her zaman yapılmalıdır. İbadeti Ramazan-ı Şerif gibi mübarek günlere veya darda kaldığımız zamanlara tahsis etmek, ancak gaflet ve cehaletle açıklanabilir. Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de “Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. Ve sana (gelmesi) kesin olan (ölüm) gelinceye kadar da Rabbine ibadet et!”[2] buyurmak suretiyle ibadetin muayyen bir zamanda değil, ömür boyu devam etmesi icap ettiğini açıkça ifade etmiştir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bir Hadis-i Şeriflerinde: “Amellerin Allah katında en sevimli olanı, az da olsa devamlı olanıdır.” buyurmuşlardır.[3]

Devamlı ve düzenli ibadet etmenin ruhumuz ve bedenimiz üzerinde olumlu birçok tesiri vardır. Namaz, oruç, zikir ve dua gibi ibadetler insan ruhunu dinlendirir ve kalbe huzur verir. “Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.”[4] ayeti bunu açıkça ifade eder.

İbadetler, kişiyi günahlardan uzaklaştırır. Ankebut Suresi’nde bu hakikat şöyle beyan edilir:

“(Resûlüm!) Kitab'dan sana vahyedileni oku ve namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz hayasızlıktan/utanmazlıktan ve kötü sayılan şey(ler)den alıkoyar.”[5]

İbadetler aynı zamanda sabır ve iradeyi güçlendirir. Oruç, sabır eğitimi verirken, zekât yardımlaşma ve paylaşma şuurunu artırır, hac ise kulluk şuurunu pekiştirir.

Beden sağlımızın temini ve hayatımızın devamı için maddi gıdalara ihtiyaç duyduğumuz gibi ruh sağlımızın temini ve ebedi hayatımızın garantisi için de manevi gıdalara ihtiyaç duyarız.

Ruhumuzu tatmin edecek manevi gıda ibadetlerdir.

Nefsani duygularla ruhani duyguları karıştırmamak bu hususta ehemmiyet arzeder.

İbadette devamlılığın temini ondan zevk almakla mümkündür. Zevkle ibadet yapabilmek için de dikkat edilmesi icap eden bazı hususlar vardır. Bunlardan birincisi iyi niyetle ve ihlasla ibadet etmektir. Allah rızasını gözeterek yapılan ibadetler kalıcı olur. İhlasla yapılan ibadetlerden elde edilecek sevabı Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle izah eder:

“Allah Teâlâ iyilikleri ve kötülükleri (ezelde) yazdı, sonra şöyle açıkladı: Kim bir iyilik yapmayı kasteder fakat yapamazsa Allah (c.c.) onun için katında tam bir iyilik yazar. Eğer kastettiği iyiliği yaparsa (o zaman da) kendi katında on sevap (hatta kişinin niyetine ve amelinin düzgünlüğüne göre) yedi yüz ve daha çok katına kadar sevap yazar. Kim bir kötülük işlemeyi kastedip onu yapmazsa Cenab-ı Hak onun için kendi katında tam bir iyilik yazar. Şayet kastettiği kötülüğü yaparsa Allah onun için bir kötülük yazar.”[6]

İkincisi, ibadette daim kılması için Allah’a yalvarmaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) her namazın arkasında şöyle dua etmeyi tavsiye buyurmuşlardır: “Allah’ım seni zikretmek, sana şükretmek ve güzelce ibadet etmek hususunda bana yardım et!”[7]

Üçüncüsü, salih kimselerle beraber olmaya gayret etmektir. Zira salih kimseler, ibadet hususunda örnek oldukları gibi iyiliğe de teşvik ederler.

İbadet Allah’a kulluk demektir. Allah’a kulluğa razı olmayanlar nefsin köleliğinden kurtulamazlar.

 

[1] Zariyat, 56

[2] Hicr, 98-99

[3] Buhari, 6456, Müslim, 783

[4] Ra’d, 28

[5] Ankebut, 45

[6] Buhari, 6491, Müslim, 131

[7] Ebu Davud, 1522

8 Mart 2025 Cumartesi

Zekât İbadeti

Zekât, İslamın beş şartından üçüncüsü ve Namaz ibadetinden hemen sonra gelen mühim bir farzdır. Bu sebepledir ki Kur’ân-ı Kerîm’de 32’si namaz ile birlikte olduğu halde 80’den fazla yerde zikredilmiştir.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) tebliğ ve ta’limlerinde bu ikisini birbirinden ayırmamıştır. Huzûr-i saâdete gelip İslâm ahkâmını öğrenmek isteyenlere Resûl-i Kibriyâ, namazdan sonra hemen zekâtı da bildirmiştir. Hattâ zekâta o kadar ehemmiyet vermiştir ki, kendisine yapılan bîatlarda husûsiyle zekâtı açıkça ifade etmiştir.
Cenab-ı Hak Bakara Suresi’ndeki bir Ayet-i Kerime’de şöyle buyurur:
“Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.”[1]
Hicretin ikinci yılında Ramazan Ayı’ndan önce farz kılınan Zekât ibadeti, İslam’ın üzerine bina kılındığı beş temelden biridir. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Hadis Uleması tarafından “Mebani-i İslam, yani İslam’ın temelleri Hadisi” diye isimlendirilen hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “İslam beş temel üzerine bina kılınmıştır: Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.v.)’in Allah’ın Rasülü olduğuna şahadet etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı hakkıyla vermek, Haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak”[2]
Zekât, lügatte temizlik, ziyadeleşme, layık olma, bolluk ve bereket içinde yaşama gibi manalara gelir. Zekât İbadetinin hem zekâtı verilen malı hem de zekât veren kimseyi temizlediğini, Tevbe Suresi’nin 103. Ayet-i Kerimesi’nden öğreniyoruz. Bu Ayet-i Kerime’de mealen şöyle buyuruluyor: “Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlersin ve tezkiye edip yüceltirsin.”
Evliyaullah’tan bazıları zekât ibadetinin sahibini nasıl temizlediğini şöyle izah buyurur:
“İnsanın cömertlik damarlarında tıkanmalar olur. Onun açılması için vereceğiniz zekât, fıtra ve benzeri hayırları cimri olan kimselere teslim ederek: “Şunu falan müesseseye yahut falan kimseye veriver”, derseniz o da vermeye alışır. Bu suretle hem sizin verdiğiniz makbul olur hem de vermeye teşvik ettiğiniz için sevap kazanırsınız...”[3]Zekât aynı zamanda malın muhafazası için bir garantidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Mallarınızı zekât ile muhafaza altına alın. Sadaka ile de hastalıklarınıza deva bulun. Bela ve musibetler için dua hazırlayın.“[4]
Zekât, Senenin tamamında verilebilir, fakat Ramazan-ı Şerifin faziletini beyan eden bir Hadis-i Şerifte Ramazan içinde nafile ibadetlere farz sevabı, farz ibadetlere ise 70 farz sevabı verileceği ifade buyrulmaktadır. Bu itibarla zekâtı Ramazan ayında vermek şüphesiz daha sevaptır.
Zekâtın verileceği yerler ise Kur’an-ı Kerimde 8 sınıf olarak belirtilmektedir. Bunlardan mühim bir sınıf “Allah yolunda olanlar”dır ki, dini ilimleri tahsil eden talebelerin de bu sınıfa girdiği İslam uleması tarafından hususi ile beyan edilmiştir.
Zekât, ödenmesi zaruri olan bir borçtur. Borcuna sadık insanlar, cemiyet içinde başı dik gezerler. Borcunu ödemeyenlerin başı daima öne eğiktir. Mahşerde başımızı öne eğmemek için dünyada iken zekât borcumuzu ödeyelim.
[1] Bakara, 277
[2] Sahih-i Buhari, 8, Müslim, 16
[3] Sunguroğlunun notları s. 81
[4] Taberani, El-mu’cem’ül-Evsat, 2/274

5 Mart 2025 Çarşamba

Oruç, kaça ayrılır? Orucun Âdabı

 


Oruç, takvâ yönünden üç’e ayrılır.

1-Avâmın Orucu,
2-Havâssın orucu,
3-Havâssu’l-havâssın orucu

Avâmın orucu, yemek, içmek ve cinsi münasebetten (ve orucu bozan diğer şeylerden) sakınmaktır.
Havâssın orucu, yukarıdaki esaslarla beraber, gözünü kulağını, dilini, elini, ayağını ve diğer organlarını günahtan korumaktır. Ağzıyla Kur’ân okur, hayırlı ve güzel şeyler konuşur, diliyle teşbih, tehlil, tahmid, tevhîd söyler. Gözüyle ancak helâle bakar, ayağıyla sâdece helâl olan yerlere yürür. Kalbiyle zikir ve fikirde bulunur. Gıybet, haset, kin ve düşmanlık gibi bütün kötü düşüncelerden kendini arındırır.

Havâssu’l-havâssın orucu ise, avâm ve havâssın orucuna ilâveten kalbine ve diğer letâifine oruç tutturmaktır. Kalbi mâsivadan yâni Allah’tan gayri her şeyden uzak ve tertemiz bulundurmaktır.

Kaynak : Rûhü’l-Beyan Tefsiri Tercümesi 2.cilt Sayfa 320.

***

Orucun âdabı

Zâhiri organları muhafaza etmek ve bâtınî hatıralardan kalbi korumak; orucun âdâbındandar. Allah’a yaklaşmak ancak ve ancak haramları terketmekle tamam olur. Haramlar terkedilmeden Allah’a yaklaşılmaz. 

Ebû Süleymân Dâranî(k.s.) buyurdular. Gündüzleri oruç tutup akşamleyin helâl bir  lokma ile iftâr etmem, bana bütün gece ve gündüzleri kıyâm(ibâdetle) geçirmekten daha sevimlidir. Ve midesinde haram bir lokma bulunan herhangi bir kulun kalbine, tevhîd güneşinin doğması haramdır. 

Hiç şüphesiz oruç vaktinde haram lokmaya daha çok dikkat etmek gerekir. Oruçlu kişi, haram lokmadan kaçınmalıdır. Zîra  haram lokma, dini helâk eden bir zehirdir.

Sünnet  olan, iftârı acele edip, sahuru geciktirmektir. Çünkü gece orucu bid’attir. Kişi iftâr etmeyi geciktirdiği zaman, sanki geceyi oruçlu geçirmiş gibi olur. Bu durumda da bit’at irtikâb etmiş olur.

Kaynak : Rûhü’l-Beyan Tefsiri Tercümesi 2.cilt Sayfa 320.


18 Şubat 2025 Salı

GÜZEL AHLAK

Güzel ahlak, sadece ibadetlerle sınırlı kalmayan, hayatımızın her sahasına yön veren bir değerdir. Güzel ahlaka sahip olan insanlar hem Allah katında hem de insanlar nezdinde yüce bir mertebeye sahiptirler. Onun içindir ki Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hakkında Cenab-ı Hak: “(Habibim) sen elbette yüce bir ahlak üzeresin!”[1] buyurmuştur.

Güzel ahlak, kişinin hem Allah ile hem de kullarla olan ilişkisini düzenleyen bir özelliktir. Bir insan namaz kılabilir, oruç tutabilir; ancak ahlakı güzel değilse, ibadetlerinin tesiri eksik kalabilir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), “Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlakça en güzel olanıdır.”[2] buyurmuşlardır.

Güzel ahlakın en önemli hususiyetlerinden bazıları şunlardır: Güzel ahlak, Allah’ın en sevdiği hususiyetlerden biridir. Ahlaklı bir insan, sadece insanlara karşı değil, aynı zamanda Rabbine karşı da dürüst ve samimi olur.

Güzel ahlak, insanın çevresinde itibar kazanmasını sağlar. Güzel sözlü, sabırlı, merhametli ve adaletli insanlar cemiyet içinde her zaman sevilir ve saygı görür.

Bir Müslümanın en büyük vazifesi, İslam’ı en güzel şekilde temsil etmektir. İnsanlar bizim ahlakımıza bakarak dinimizi değerlendirebilirler. Bu yüzden dürüst, adil ve güvenilir olmak İslam’ı en güzel şekilde anlatmanın yollarından biridir.

Üstün bir ahlak nümunesi olan Peygamber Efendimize (s.a.v.) baktığımız zaman onda gördüğümüz ahlaki değerlerin bazıları şunlardır:

Doğruluk ve Dürüstlük: Efendimiz (s.a.v.), “El-Emin” (Güvenilir) lakabıyla anılmıştır. Müslüman her zaman doğru sözlü ve dürüst olmalıdır.

Merhamet ve Şefkat: O, çocuklara, yaşlılara, hayvanlara bile merhametle yaklaşırdı. Bizler de çevremize karşı merhametli olmalıyız.

Sabır ve Hoşgörü: Sabır, güzel ahlakın temel taşlarındandır. Zorluklar karşısında isyan etmemek, insanlara karşı hoşgörülü olmak müminin şiarıdır.

Adalet: Peygamberimiz (s.a.v.), kendisine eza edenlere bile adaletle muamele etmiştir. Müslüman, kimseye haksızlık etmemeli, kul hakkına riayet etmelidir.

Bunların dışında; ağır başlı olmak, öfkeyi yenmek, insanları affetmek, kötülük yapana bile iyilik yapmak, ahde vefalı olmak, büyüklere hürmet etmek, hayvan bile olsa Allah’ın yarattığı mahluka işkence etmemek, muhtaçları, fakirleri, zayıfları, güçsüzleri küçümsememek, onlara yardımda bulunmak, iki yüzlü olmamak, su-i zandan, gıybetten, iftiradan, yalandan kaçınmak, mütevazı yani alçak gönüllü olup kibirli olmamak, haklı olduğu durumlarda bile çekişmeyi bırakabilmek gibi huylar da Peygamber Efendimizden (s.a.v.) bize miras kalan güzel ahlak cümlesindendir.

Güzel ahlak denilince akla gelen tek şeyin İslam ahlakı olduğu aşikardır. İslam ahlakını bize talim eden alemlerin efendisi, Cenab-ı Hak tarafından Kur’an-ı Kerim’de şöyle medih buyurulmuştur: “(Habibim) sen elbette yüce bir ahlak üzeresin!”[3] 

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de tahdis-i nimet olarak şöyle buyurmuşlardır: “Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”[4]

Hz. Aişe Validemiz, kendisine Allah Rasulü’nün ahlakından sorulduğu zaman şöyle cevap vermiştir: “Rasulüllah’ın ahlakı Kur’an idi.”[5] O halde, İslami hükümlerin kaynağı olan Kitap ve Sünnet, güzel ahlakın da kaynağıdır. Buna bir başka tabirle İslam Ahlakı da diyebiliriz.

Son olarak bir Hadis-i Şerif ile nihayet verelim: “Kıyamet gününde Mü’minin mizanında güzel ahlaktan daha ağır bir şey olmaz.”[6]

 

[1] Kalem Suresi, 4

[2] Ebu Davud, Sünnet, 14 (4682), Tirmizi, Radâ, 11 (1162)

[3] Kalem Suresi, 4

[4] Müsned-i Ahmed, Hd. No: 8952

[5] Müsned-i Ahmed, Hd. No: 25813

[6] Tirmizi, el-Birr ve s-Sıla, 62 (2002)

14 Şubat 2025 Cuma

Lokmanın Önemi

 

Yüce dinimiz bizler için iyi ve güzel olanları emretmiş her türlü çirkinliği ve kötülüğü de yasaklamıştır. Yeme içme de bunlardandır. Bu husus Maide suresinde şöyle ifade edilir:

 “Ey Habibim! Sana soruyorlar kendileri için helal kılınan ne?

 De ki, sizin için bütün temiz nimetler helal kılınmıştır.” (Maide 4)

O halde sebep ve hikmetini bilsek de bilmesek de haram kılınan şeylerde bizler için maddi ve manevi zarar vardır. Ama biz Allah’ın emri olduğu için haram kılınanlardan sakınırız ve böylece onun zararlarından korunduğumuz gibi Allah katında ecir ve sevap da kazanırız.

Dinen Haram kılınanlar iki türlüdür;

Aslından haram olanlar; mesela; şarap ve diğer alkollü içkiler, domuz başta olmak üzere yırtıcı hayvanlar, kan, leş, yani ölmüş hayvan eti ve tiksinti veren şeyler aslından haramdır.

Ayrıca; Aslında helal olduğu halde Hz. Allahtan başkası adına kesilen hayvanlar veya Allah’ın adı yani besmele okunmadan kesilen hayvanların da eti haram olur.

Yine bunun gibi, hayvanları keserken; sözde acı çektirmemek bahanesi ile, elektrik şoku vererek bayılttıktan sonra kesmek de İslami bir metot değildir. Bu usul, hayvana daha çok acı vermekte, üstelik kesilirken kanın da akmayıp vücutta kalmasına sebep olmaktadır.Kan ise temiz değildir.

Tavuk cinsi ise daha büyük hassasiyet ister. Tavuk besmele ile kesilse bile, tüyleri yolunurken, içerisi temizlenmeden sıcak suya veya buhara maruz kalırsa, içerisindeki pislikler ete çok çabuk sirayet ettiğinden, o da pislenmiş olur. Bu gibi hususlara dikkat edilmezse onun da yenmesi caiz değildir.

Çünkü ayeti kerime bizlere, ancak helal ve temiz olanların yenip-içilmesini emretmiştir.

Sadece Domuz ve leş gibi açıktan haram olanlar değil, aslında helal olduğu halde Allahın adıyla kesilmeyen hayvanların haramlığı ve bunun manevi bünyemizdeki tahribatı ayet-i kerimede şöyle ifade edilir:

Allah adına kesilmeyen hayvanın etini yemeyin! Bu, Allahın yolundan sapmaktır, isyandır.

Şeytanlar kendi adamlarına sizinle mücadele etmeleri için telkinlerde bulunurlar.

 Şayet onlara uyarsanız, siz de düpedüz müşrik olur çıkarsınız.”(En’am 121)

Bu ayeti kerime açıkça helal ve temiz olmayan gıdaların Hz.Allaha isyan olduğunu söyledikten sonra bu durumun şeytanların işlerini kolaylaştırdığını ve insanı şirke kadar götürdüğü tehlikesini de hatırlatıyor.

Nitekim Ebu Hüreyre (ra)in rivayet ettiğine göre Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur:

Binada temel ne ise dinde de lokma odur. Temel sağlam olunca bina da sağlam olur; temel çürük olursa bina da çürük olduğu gibi, lokma haram olduğu vakit din de çürük olur ve çöker."

Müslüman için en önemli şey Allaha itaattir. Yaşayışta, yeme-içmede, hayatın her sahasında Müslüman daima uyanık olmalı, dini hassasiyetleri gözetmelidir. Maddi ticarette, alış-verişte nasıl yanlış yapmamak, zarar görmemek için dikkat ediyorsak; manevi bünyemizi korumaya çok daha fazla dikkat etmeliyiz.

Onun için haram olarak bildiklerimizden şiddetle sakındığımız gibi, şüpheli olanlardan dahi sakınmalıyız.

Hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

 “Haram bir lokma yiyen kimsenin kırk gün namazı ve duâsı kabul olmaz.” ( Kenzü’l-Ummâl)

Bir başka hadisi şerifte ise şöyle buyrulur:

“Bir kimse,hiç haram karıştırmadan, kırk gün helâl yerse, Allahü teâlâ, onun kalbini nur ile doldurur. Allahü Teala Dünyaya düşkün olmayı onun kalbinden giderir. Hikmet kaynakları kalbinden taşar diline dökülür.”

 

 

Sevgi Yoluyla