18 Ocak 2025 Cumartesi

Yenilenen Bir Ruh Yesar’dan Hazreti Yesar’a…


Günümüz tabiriyle, kimsenin insan yerine koymadığı, herkesin hor ve hakir gördüğü, Hayber Yahudilerinden Amir’in, sürülerini otlatan Habeşli (siyahi) bir kölesi vardı. İsmi Yesar olan bu çoban, Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile yaşadığı hâdise neticesinde âdeta yenilenerek bambaşka bir kimliğe bürünecek,
“Her insan, muhteremdir, her insan, saygı ve sevgiye layıktır,” sözünün tabela şahsiyetlerinden olacaktı.

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), İslam’ı yaymak için var gücüyle çalışıyordu. Bu niyetle gidilen rota, bu defa Hayber’di. Burada bulunan kalelerden bazıları kuşatılacaktı. Hayberliler, haberi çoktan almış, hazırlıklarını yapmış, kılıçlarını kuşanmışlardı.

Yesar, bu hareketliliğin sebebini sorduğunda, şirk ehlinden şu cevabı aldı: “Şu peygamber olduğunu söyleyen kişi var ya, onunla savaşmaya hazırlanıyoruz.” 

Yesar, hayatında ilk kez “peygamber” kelimesini duymuştu. Bu kelime, kalbinde bir kıvılcım uyandırmış, içinde farklı bir his meydana getirmişti.

Sorulardan hakikate

Yesar’ın zihninde sorular art arda sıralandı: Peygamber denilen kişi kimdi? Nasıl biriydi? Amacı neydi? Neyin peşindeydi ki ona karşı kılıçlar çekilmişti? Kalbindeki  his, kafasındaki sorularla birleşerek onu harekete geçirdi. Kale dışında otlattığı koyunlarını, hızla İslam ordusunun bulunduğu tarafa sürdü. 

Orduya ulaştığında, uzakta gördüğü nur yüzlü zat, peygamber dedikleri kişi olsa gerek diye düşündü. Hayatında böyle bir güzellik görmemiş, böyle bir huzur hissetmemişti. Sorularla dolu zihni, o an için sustu, kalbindeki hisler daha da belirginleşti. Hemen toparlanarak, Sevgili Peygamber Efendimizin (s.a.v.) huzuruna geldi ve heyecanla sordu:

“Peygamber diye bahsettikleri kişi sen olmalısın. Sen, insanlara ne anlatıyorsun, onlara neler diyorsun?”

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), tebessümle Yesar’ın yüzüne baktı. Sözleri yumuşak ama netti: “İnsanları İslam’a davet ediyorum; Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim de O’nun Resulü olduğuma şehadet etmelerini istiyorum. Allah’tan başkasına ibadet etmemelerini öğütlüyorum.”

Yesar, dikkatle dinliyordu. Kalbinde garip bir sıcaklık, gözlerinde ise derin bir merak vardı. Sorularına devam etti: “Peki, söylediklerine inanır ve kabul edersem bana bir şey var mı? Elime bir şey geçecek mi?”

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) cevap verdi: “Bu iman üzere ölürsen, sana Cennet var.”

Bu sözler, Yesar’ın yüreğindeki hisleri daha da güçlendirdi. Bir an düşündü, ardından cesaretini toplayarak sordu: “O hâlde, nasıl Müslüman olacağımı anlatır mısınız?”

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), İslam’ın esaslarını ve teslimiyetin anlamını açık bir şekilde anlattı. Yesar ise anlatılanların her birini samimiyetle kabul etti; Müslüman oldu.

Yesar için yeni bir hayat başlamıştı. Suret aynıydı, ama ruh bambaşkaydı. O artık iman nuruyla aydınlanmış bir insandı.

İnsanın asıl değeri

Bedenen çelimsiz Yesar, hayatında hiç görmediği bir muamele ile karşı karşıyaydı. Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), onu ciddiye almış, sorularına sabırla, sükûnetle cevap vermiş ve ona insanlığın en büyük nimeti olan imanı kazandırmıştı.

Sevgili Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ölçüsü netti: “İnsanın değeri; mal, mülk, para, renk, fizikî güzellik, soy sop da değil, iman ve itaatinde, Hazreti Allah’a ve onun peygamberine olan bağlılık ve teslimiyetinde idi.

Yesar, bu sözlerin derin anlamını kalbinde hissediyor, samimi bir teslimiyetle İslam’ın güzelliklerini kavramaya çalışıyordu. Ancak içini kemiren bir soru vardı. Küçümsenmeye alışmış biri olarak, bu yeni hayatta da aynı değersizliği hissetmekten korkuyordu. Çekinerek Sevgili Peygamber Efendimize (s.a.v.) sordu:

“Ya Rasulallah! Ben, insanların küçümsediği siyah tenli, çirkin yüzlü, malı mülkü olmayan birisiyim. Eğer şu Yahudilerle çarpışırken ölürsem, yine de Cennete girebilecek miyim?”

Sevgili Peygamber Efendimizin (s.a.v.) kararlı bir şekilde verdiği “Evet” cevabı, Yesar’ın yüreğinde derin bir huzur ve mutluluk dalgası oluşturdu. Artık o, dünyanın en mutlu insanıydı.

Emanet, her ne olursa olsun sahibinindir

Yesar’ın kafasındaki sorular cevaplanmıştı ancak çözülmesi gereken önemli bir mesele daha vardı: Yanındaki sürüler ne olacaktı? Onları sahiplerine nasıl iade edecekti? Bu soruların cevabını bulmak için hiç zaman kaybetmeden Sevgili Peygamber Efendimize (s.a.v.) danıştı: “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben, şu görmüş olduğunuz sürünün çobanıyım. Onlar hâlâ benim himayem altında. Peki, bu sürüyü ne yapmalıyım? Yanımda mı kalacaklar, yoksa sahibine mi iade etmeliyim? Eğer iade edeceksem, bunu nasıl yapacağım? Bana bir yol gösterebilir misiniz?”

Yesar’ın hassas düşüncesinden neşet eden sualinden memnun olan Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), tebessümle şöyle buyurdu: “Onları, ordumuzun bulunduğu yerden çıkar. Arkalarından küçük taşlar atarak kaleye doğru yönlendir. Umuyorum ki Hazreti Allah, sürüyü sahibine ulaştıracaktır.”

Yesar, Sevgili Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sözü biter bitmez, yerinden bir ok gibi sevinçle fırladı. Yerden, içinde küçük taşlar olan bir avuç kum aldı, koyunların üzerine doğru savurup yüksek sesle seslendi: “Hadi, sahibinize dönün. Artık ben, size çobanlık yapmayacağım!”

Ağzından çıkan bu söz, koyunların yeni çobanı olmuştu sanki. Koyunlar, “bu söz” tarafından sürülüyormuşçasına topluca hareket ederek kaleye doğru ilerlediler ve sonunda sahiplerinin yanına döndüler. Hak yerini bulmuş, emanet, sahibine iade edilmişti.

Yesar, nasibi bol bir insandı. Müslümanlığın ne olduğunu ve bir Müslümanın nasıl olması gerektiğini, bizzat yaşadığı olaylar üzerinden öğreniyordu. Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), sürünün kalmasını isteyebilirdi. Harp hâlinde oldukları bir topluluğa karşı böyle bir karar alması normal karşılanabilirdi. Ancak onun ahlâkı ve hak-hukuka olan hassasiyeti, hakikat neyi gerektiriyorsa onu yapmasını söylüyordu.

O, her daim emanete riayet eder, hıyaneti asla caiz görmezdi. Bu özelliklerinden ötürü değil miydi ki, kendisine daha peygamberliği öncesinde “el-Emin” sıfatı verilmişti?

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), rahmetin ve barışın timsaliydi. Savaş, onun asla arzu etmediği bir durumdu; ancak zaruret hâlinde, her zaman adaletin gerektirdiği ölçülere titizlikle uyardı. İslam tarihi, bu hassasiyetin misalleriyle doludur.

Savaş hukuku konusunda daima hak ve adaleti gözeten Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), zulmü, işkenceyi, masumlara zarar vermeyi yasaklamıştı. Çocuklara ve yaşlılara el uzatmayı, ağaçları kesmeyi ve çevreye zarar vermeyi men ederdi. Emanete sadakat ve hak sahibine hakkını teslim etmek, onun düsturunun esaslarını oluşturuyordu.

Yesar’ın teslim ettiği koyunlar da, bu düsturun en güzel örneklerinden biri olarak tarihe geçmişti hiç şüphesiz.

İbretlik bir olay, ibretlik bir âkıbet

Yesar’ın Müslüman olduğunu, sürülerin gelmesinden sezen Yahudiler, sinirlerinden ne yapacaklarını şaşırdılar. Çok geçmeden saldırıya geçtiler ve harbi başlattılar. Harbin iyice kızıştığı bir anda, düşmanın attığı bir taş, Yesar’ın başına isabet etti ve onu şehit etti.

Yesar, Müslüman olduktan kısa bir süre sonra şehit olmuştu. İki büyük nimeti; iman ve şehitliği, Hazreti Allah ona nasip etmişti. Senelerce boşa geçen bir ömür, kısa zamanda farklı bir boyuta ulaşmıştı. İman nimeti, sahibine ebedi hayatı kazandırmıştı.

Şehit düşen bedeni, Sevgili Peygamber Efendimizin (s.a.v.) huzuruna getirildi ve üzerine bir örtü serildi. Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ona derin bir hüzünle baktı. Ardından mübarek dudaklarından şu sözler döküldü: “Hazreti Allah, bu kuluna Müslümanlığı nasip etti. Onu hayra ve güzelliğe sevk etti. Az önce, meleklerin, Yesar’ın yüzünden tozları silerlerken, ‘Allah, seni toza toprağa bulayanın yüzünü toza toprağa bulasın. Seni öldüreni öldürsün,’ dediklerini işittim.”

Bir tarafta, kimsenin insan yerine koymayıp hor ve hakir gördüğü Yesar; diğer tarafta, samimi imanı neticesinde Müslüman olduktan kısa bir zaman sonra şehadet mertebesine erişmiş ve meleklerin kendisine gıpta ettiği Yesar (r.a.).

Yesar (r.a.), kıyamete kadar gelip geçecek insanlara samimiyette ve itaatte örnek olarak anlatılmayı sonuna kadar hak etmişti.

Bu hâdise vesilesiyle hakikat, iman eden bir kulun, Rabbine olan bağlılığıyla nasıl yenilenen bir ruha ve ebedî bir değere kavuştuğunu bizlere gösteren en güzel örneklerden biri olarak hatırlanacaktır.

Serhat Er

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Önce Kendine Bak!