11 Mayıs 2025 Pazar
5 Mayıs 2025 Pazartesi
Sabır ve Namazla Yardım İsteyin.
Allah-u Zülcelâl nusret ve inayetine çok ihtiyacımız var. Rabbimiz bu ayet-i kerimede Allah’ın yardımına kavuşmanın çaresini göstermiş: “sabır ve namaz.”
Cüneyd-i Bağdadi kuddise sırruh namazda aklına bir düşünce gelirse namazını yeni baştan kılardı.
Alimler, bize salih amel ve ibadetlerin nasip olması için, bedenimizi sadece helal lokma ile beslemenin önemini ifade etmişlerdir.
Namazı kılarken, adet ve alışkanlıkla değil, ne yaptığımızın şuurunda olarak, önem vererek kılmaktır.
Sabır ve Namazla Yardım İsteyin
Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:
“Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz ki o, huşû sâhibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir. Huşû sâhipleri hakîkaten Rab’lerine kavuşacaklarına ve O’na rücû edeceklerine inanırlar.” (Bakara, 45-46)
İçinde bulunduğumuz ahir zamanda, Allah’ın yardımına çok muhtacız. Hem fert olarak son nefese kadar nefis ve şeytana karşı mücadele ederken, hem de ümmet olarak türlü imtihanlardan geçerken Allah-u Zülcelâl nusret ve inayetine çok ihtiyacımız var. Rabbimiz bu ayet-i kerimede Allah’ın yardımına kavuşmanın çaresini göstermiş: “sabır ve namaz.”
Belki aklımıza şöyle gelebilir; “Biz sabrediyoruz, namaz da kılıyoruz…”
Evet, elbette bir Müslüman olarak elimizden geldiği kadar sabretmeye ve namazlarımızı eda etmeye çalışıyoruz ama bu ayet-i kerimede kast edilen, kamil manadaki sabrı gösterebiliyor muyuz? Hakiki namazı kılabiliyor muyuz?
Sabır, hem Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından uzak durmak için nefisle mücadele etmek demektir; hem de başa gelen haller karşısında sarsılmamak, sızlanmamak, vazifelerini azim ve sebatla yerine getirmek demektir. Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“Ey mü’minler! (İbadetlerin meşakkatlerine ve musibetlere) sabredin, (harp sıkıntılarına tahammül göstererek Allah düşmanlarına) galip gelip (kafirlerle) cihada hazırlıklı ve uyanık olun. Cihada devam adin ve onda sebat edin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki, böylelikle kurtuluşa (ve başarıya) eresiniz” (Al-i İmran, 200)
İşte Allah’ın yardımına vesile olacak olan sabrın manası budur. Namaza gelince…
Hakiki Namaz
Sahabeden bir zat Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin namazdaki halini şöyle anlatmaktadır:
“Bir keresinde Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellemin yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden, kaynayan kazan sesi gibi sesler geliyordu.” (Ebû Dâvûd, Salât, 156-157)
Ashab-ı kiramın namazdaki huşu hali hakkında da pek çok rivayet vardır. Hz. Esmâ binti Ebûbekir radıyallahu anhaya torunu Abdullâh sordu:
“–Nineciğim! Hazret-i Peygamber’in ashâbı, Kur’ân dinledikleri zaman ne yaparlardı?” diye sordu.
Esmâ radıyallâhu anhâ şu cevâbı verdi:
“–Aynen Kur’ân-ı Kerîm’in bahsettiği gibi, gözlerinden yaşlar dökülür, vücutları ürperirdi.” (Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, II, 365)
Hz. Esma radıyallahu anha Kur’ân-ı Kerîm’in bahsettiği gibi derken, “…Rab’lerinden korkanların, bu Kitâb’ın tesirinden tüyleri ürperir. Derken hem bedenleri hem de gönülleri Allah’ın zikrine ısınıp yumuşar…” (Zümer, 23) ayet-i kerimesini kast etmiştir.
Ashabın namazı hakkında pek çok rivayet vardır. Hz. Ali kerremallahu veçhenin ayağına saplanan oku çıkaramadıkları zaman:
“–Ben namaza durayım da öyle çıkarın!” demişti.
O namazdayken oku çıkardılar. Hz. Ali’nin yüzünde hiçbir acı alameti yoktu. Selâm verdiğinde “Ne yaptınız?” diye yanındakilere soruyordu.
Sahabe efendilerimiz için hayatın asıl gayesi ibadetti. Onları namazda meşgul eden malı düşman biliyorlardı. Mesela Ebû Talha radıyallahu anhın güzel bir bahçesi vardı. Bir gün orada namaz kılarken bir kuşun hareketleri dikkatini dağıttı ve kaçıncı rekatte olduğunu şaşırdı. Bunun üzerine “Bu malım beni fitneye düşürdü” diye düşünerek güzelliğiyle bahçesini Allah yolunda bağışladı.
Allah dostları da onların yolundan gidiyorlardı. Cüneyd-i Bağdadi kuddise sırruh namazda aklına bir düşünce gelirse namazını yeni baştan kılardı.
İslâm âlimlerinden bazıları huşûu tarif ederken, kişinin namaza durduğu zaman sağında solunda kimlerin bulunduğunu bilmeyecek derecede kalbini ibadete vermesi şeklinde izah etmişlerdir. Bu izah, Muâz bin Cebel radıyallahu anhın şu sözünden mülhemdir: “Namazda sağındakini ve solundakini net olarak tanıyan kişi, namaz kılmamış gibidir.”
İmam Gazzâlî rahmetullahi aleyh ise namazdaki huşûun tarifinde “Namaz kılan kimse Rabbi ile gizli konuşur.” (Buhârî, Mevâkıt, 8; Salât, 33) hadisi şerifine dayanarak, kıraat ve tesbihatleri okurken, kelimeleri gaflet içinde telaffuz etmenin Allah ile konuşma sayılamayacağını söylemiştir.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de kalpte huşu olmadan, dua ve niyaz edilmeden kılınan namazın eksik olacağını bildirerek şöyle buyurmuştur:
“Namaz ikişer ikişer kılınır. Her iki rekâtta bir teşehhüd vardır. Namaz, huşû duymak, tevâzû ve tezellül izhâr etmektir. (Bitirince de) ellerini, içleri yüzüne dönük olarak Yüce Rabbine kaldırırsın ve; ‘Yâ Rabbi! Yâ Rabbi!’ diye yalvarırsın. Kim bunu yapmazsa namazı eksiktir.” (Tirmizî, Salât, 166/385)
Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, eğer bizler Allah’ın yardımını istiyorsak sabrımızın ve namazımızın hakiki manada olmasına riayet etmemiz gerekmektedir. Peki namazda huşu halini elde etmek için nelere dikkat etmemiz gerekir?
Huşu İçin Dikkat Edilecek Şeyler
Namazda huşu için birinci şart, niyet ederken kalben uyanık olmaktır. Rivâyet edildiğine göre Peygamber efendimizin torunu Hz. Hüseyin radıyallahu anh’ın soyundan gelen Hz. Zeynelâbidîn hazretleri abdest için kalktığında sararıp solar, namaza başlayacağı zaman ayakları titrerdi. Sebebini soranlara:
“–Kimin huzûruna çıkacağımdan haberiniz yok mu?” diye cevap verirdi. (Ebû Nuaym, Hilye, III, 133)
Cüneyd-i Bağdadi hazretleri de namaza niyet ederken, “Vazifemi yapıp bitireyim,” diye düşünmemek gerektiğini, aksine namazın Allah-u Zülcelâl’in huzuruna çıkmak demek olduğunu tefekkür ederek, o şekilde namaza hazırlanmak gerektiğini bildirmiştir.
Allah dostlarından Ebu Said Harraz’a ‘namaza ne ile girilir?’ diye sorulduğunda şu karşılığı vermiştir:
“Namaza durmak demek, kıyamette Allah’ın huzurunda bulunmak gibi, O’na yönelmektir. Sen ve O, karşı karşıyasınız. Arada tercüman yok. Sen O’na yönelmiş münacediyorsun; büyük bir Melik’in huzurunda bulunduğunun bilinci içindesin.”
Buradan da anlaşılabileceği gibi namazı, bir gün muhakkak Rabbinin huzûruna çıkıp hesap vereceğini tefekkür ederek kılan bir kimse huşû hâline ulaşabilir.
Namaza başlarken ilk tekbir anı da çok mühimdir. Cüneyd-i Bağdadi kuddise sırruh, tekbirin, namazın safveti olduğunu haber vermiştir.
Denir ki, Muhammed bin Yûsuf Fergânî, Hâtim Esamm rahmetullahi aleyhimanın insanlara vaaz ettiğini görür ve şöyle söyler:
“Ey Hâtim! İnsanlara vaaz ettiğini görüyorum, ama sen namazını güzelce kılıyor musun? Nasıl kılıyorsun?” diye sorar. Hâtim rahmetullahi aleyh:
“Abdestimi alıyorum, haşyetle yürüyorum, namaza heybet ve sekîneyle başlıyorum, azametle tekbir alıyorum, Kur’an’ı tertîlle okuyorum, huşûyla rükûa gidiyorum, tevazuyla secde ediyorum, teşehhütte tam oturuyorum, sünnete göre selâm veriyorum ve Rabbime teslim ediyorum. Yaşadığım sürece namazımı hep böyle kılmaya çalışıyorum. Namazı bitirince, nefsimi kınıyorum, kâh namazımın kabul edilmeyeceğinden korkuyorum, kâh kabul edileceğini umudunu taşıyorum. Hep havf ve reca arasında kalıyorum. Böyle namaz kılmayı bana öğretenlere teşekkür ediyorum, soranlara ben de böyle öğretmeye çalıyorum. Beni hidayete erdirdiği için Allah’a hamd ediyorum.”
Bütün bunları dinledikten sonra, Muhammed bin Yusuf rahmetullahi aleyh:
“Senin gibi birisinin vaaz etmesi uygun.” karşılığını verir.
Bahâüddîn Nakşibend kuddise sirruh’a sordular:
“–Bir kul, namazda nasıl huşûa erer?”
“–Dört şeyle!” buyurup şunları beyân etti:
“1. Helâl lokma,
2. Abdest sırasında gafletten uzak durmak,
3. İlk tekbîri alırken kendini huzurda bilmek,
4. Namaz dışında da Hakk’ı aslâ unutmamak, yâni namazdaki huzur, sükûn ve mâsiyetten uzakta durma hâlini namazdan sonra da devâm ettirebilmek.”
Şah-ı Nakşibend hazretleri bu maddeler ile, namazda huşu halini elde etmek için kendimizi namaz dışında da muhafaza etmenin gerektiğini hatırlatmaktadır.
Alimler, bize salih amel ve ibadetlerin nasip olması için, bedenimizi sadece helal lokma ile beslemenin önemini ifade etmişlerdir. Haramla beslenen bir beden, günahlara meyleder, ibadetten hoşlanmaz.
Namaza Önem Vermeli
Elbette namaz boyunca huşu halini muhafaza etmek zordur. Kalp, her an değişir. Bir havuza benzeyen kalbe her yandan duygu ve düşünceler gelir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem dahi bir keresinde kendisine hediye edilen güzel bir elbise ile namaz kıldıktan sonra selam verince elbiseyi çıkardı ve:
“–Bu elbiseyi geri ver, namazda gözüm nakışlarına takıldı. Neredeyse namazda huzûrumu kaçıracaktı.” buyurdu. (Muvatta, Salât, 67; Buhârî, Salât, 14)
Demek ki, namazda kalbi muhafaza etmek için bazı harici şartlara da riayet etmek lazımdır. Mesela namaz kıldığımız yerde bizi meşgul edecek görüntüler olmamalıdır.
Zamanımızda bilhassa, televizyon sesinin olduğu bir yerde namaz kılmaktan kaçınmak gerekir. Çünkü insan, gözünü secde yerine indirmek suretiyle muhafaza etse de kulağına girecek seslere mani olamaz. Seslerin onda türlü düşünceler ve hayalleri harekete geçirmesi kaçınılmazdır.
Kokular da duyguları harekete geçirir. Mesela sofra hazırken, yemek kokuları ortalığı kaplamışken aç bir kişi namazda huşu hissedemez. Nitekim Hz. Aişe radıyallahu anha annemiz:
“Ben Rasûlullah’ın “Sofra hazır iken ve (abdest bozma ihtiyacıyla) sıkışık vaziyette iken namaz kılınmaz” dediğini duydum.” (Ebu Davud, Taharet, 43) demiştir.
Namaza önem veren bir mümin, namazı aradan çıkarıp rahat rahat yemek yemeği değil; yemeği aradan çıkarıp rahat rahat namaz kılmayı düşünmelidir.
Namazın dar vakitte kılınması da huşu haline mani olur. Çünkü insan az bir zamanı olduğunda acele acele namaz kılacak, belki rüku, secde gibi rükünleri şekil itibarıyla bile yerine getiremeyecektir. Namazı ilk vaktinde kılmanın sevabı o yüzden daha fazladır.
Huşu esas olarak kalple ilgili bir haldir ama bedende de tesirleri görülür. Eğer kalp huşu içinde olursa insan namazda sağa sola bakmaz, eliyle elbisesini, saçını sakalını düzeltmez. Zaruret olmadıkça namazda hareket edilmemesi gerekir.
Hz. Ebubekir ve Abdullah bin Zübeyr radıyallahu anhuma namazda hiç kıpırdamazlardı ve görenler: “İşte namazda huşu budur” derlerdi.
Namazda sabit durmak, dikkati toplamak için faydalıdır. Nitekim beynimiz bir şeyi düşünürken gözlerimiz de sağa sola hareket eder. Gözleri secde yerinde sabit tutmak, düşüncelerin bizi meşgul etmesine engel olmanın en iyi yoludur. Nitekim buna işaretle Tâbiînin büyüklerinden Katade rahmetullahi aleyh:
“Huşu’ kalptedir ve namazda secde yerine bakmaktır” demiştir.
Hepsinden önemlisi, namazı kılarken, adet ve alışkanlıkla değil, ne yaptığımızın şuurunda olarak, önem vererek kılmaktır. Son söz olarak hadis-i şerifteki emir bize yeter:
“Namaza durduğunda veda eden kişi gibi kıl…” (İbni Mace, Zühd, 15).
Allah-u Zülcelâl makbul ibadetler nasip eylesin. Amin.
Kaynak: Gülistan Dergisi
25 Mart 2025 Salı
Namaz: Ertelenmeyecek Bir Sorumluluk
Atalarımız “7’sinde neyse 70’inde odur.” diyerek, karakterin küçük yaşlarda şekillendiğini vurgulamıştır. Hayatta birçok şeyin belirli bir zamanı vardır ve bu zaman, irade ile birleşerek bireyin yolunu çizer. Manevi hayatımızda en büyük yatırım namazdır. Eğitimde harf, binada beton, canlıda su neyse, Müslüman için namaz da odur. Onu ertelemek hatadır; “Sonra kılarım” demek, kulun acizliğidir.
Bugün dünyada zorunlu eğitim 6–7 yaşlarında başlar. 15 asır önce Peygamber Efendimiz (s.a.v.), namaz eğitiminin 7 yaşında başlamasını tavsiye etmiştir. Bu yaş, belirli bir gelişim döneminin başlangıcı olarak kabul edilir. Günümüzde birçok ülke, eğitim yaşını yedi olarak belirlemiştir. Akıl ve öğrenme çağı olarak adlandırılan bu dönemde çocuklar, hızlı bir gelişim gösterir. İşte bu yüzden, namaz bilinci de küçük yaşlarda kazandırılmalıdır.
Namazın önemi ve anlamı
Namaz, ruhun huzuru ve hayatın bereketidir. İbadet, Allah’a kulluk ve bağlılık göstermek için yapılan davranışların bütünüdür. Namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetlerin yanı sıra, Allah’ın rızasını gözeterek yapılan her güzel iş de ibadet sayılır. Ancak ibadetler, istikrarlı bir şekilde ve samimiyetle yerine getirildiğinde insanı olgunlaştırır. Günümüz bilim insanları, namaz ve abdestin bedene ve zihne faydalarını ispatlanmıştır. Ancak biz, bunu sadece Rabbimizin rızası için yerine getirmeliyiz. Çünkü Allah’ın emirleri hem ruhen hem de bedenen bize en faydalı olanlardır.
Ramazân-ı Şerîf ayı, manevi atmosferiyle ibadet alışkanlıklarını kazanmak için en uygun zamandır. Oruç tutanlar daha huzurlu, ikramda bulunanlar daha cömerttir. Bir ay boyunca namaz kılan biri, neden bunu sürdüremesin? Önemli olan, bu alışkanlığı kazanmak ve devam ettirmektir. Nefsimizle mücadele etmeden, küçük fedakârlıklar yapmadan manevi gelişim mümkün olmaz.
Namazı ertelemenin bahaneleri ve gerçekler
Namaz kılmamak için bahaneler her zaman vardır: “Yorgunum”, “İşim var”, “Emekli olunca başlarım.” Ancak bunlar nefsin ve şeytanın vesveseleridir. Oysa zorluk içinde kılınan namazın değeri daha büyüktür. Hazreti Allah, samimi tevbe eden kullarının günahlarını bağışlayacağını bildirmiştir. O hâlde neden bekleyelim? Namaz, Allah’ın emridir. Bu sebeple hiç bir hâlde ertelenmesi veya terk edilmesi uygun olmayan çok mühim bir ibadettir.
Çocuklukta öğrenilen alışkanlıklar kalıcı olur. Küçük yaşlarda namaza alıştırılan bir çocuk, ileride de bunu devam ettirir. Öğretmenlerin ve ebeveynlerin bu konuda yönlendirici ve destekleyici olmaları gerekir. Namaz bir zorunluluk değil, sevgiyle kazandırılacak bir ibadet olmalıdır. Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Çocuklarınıza yedi yaşında namazı öğretiniz.” buyurmuştur. Anne-babalar, çocuklarının sadece fiziksel ve zihinsel eğitimine değil, manevi gelişimine de önem vermelidir.
Çocuklar, gördüklerini taklit eder. İyi bir rol model olarak, çocuğa namazı öğretmek en etkili yöntemdir. Hikayeler ve kıssalar, çocukların ilgisini çeker ve onları ibadete yönlendirebilir.
Namaz alışkanlığı kazandırmak
Çocuklara iyi bir eğitim vermenin yolu, onları sevgiyle büyütmekten geçer. Çocuk, sevdiği kişilerin değer verdiği şeyleri benimser. Bu yüzden namazı sevdirerek öğretmek önemlidir. Yavaş adımlarla ve hoşgörüyle yaklaşıldığında, namaz alışkanlık hâline gelir. Zorlamayla yapılan ibadet kalıcı olmaz. Eğer çocuk namazı severse, bu sevgi, kalbine ve ruhuna yerleşir.
Çocuğa öncelikle sağlam bir inanç kazandırılmalıdır. Allah’ı tanımalı ve sevmesi sağlanmalıdır. Ancak bu süreçte, çocukları Hazreti Allah ile korkutmak, cehennemle tehdit etmek büyük bir hatadır. Hazreti Allah’ın rahmeti ve merhameti anlatılmalı, çocuk güvenle ibadete yönlendirilmelidir. Namaz öğretirken sabırlı ve anlayışlı olunmalıdır. Çocuk, yaptığı hatalar nedeniyle cezalandırılmamalı, doğruyu nazikçe öğreten bir yaklaşım sergilenmelidir. Ancak aşırı hoşgörü ve ilgisizlik de çocuğun şımarıklık kazanmasına neden olabilir. Dengeyi sağlamak önemlidir.
Namazı alışkanlık hâline getirmek için çocuklar, ibadet eden insanlarla birlikte olmalı, bu atmosferi yaşamalıdır. Ortamın etkisi büyüktür. İnsan, bulunduğu çevreden etkilenir, bu nedenle çocuğun, doğru ortamda bulunması sağlanmalıdır.
İbadeti kalıcı hâle getirmek
Namaza erken yaşta başlanmalı, küçük adımlarla alışkanlık hâline getirilmelidir. Anne ve babalar, çocuklarını uygun yaşta ibadete yönlendirmelidir. Namaz eğitimi geciktirilirse, ilerleyen yaşlarda bu alışkanlığı kazandırmak zorlaşır. “Ağaç yaşken eğilir” atasözü, bu sürecin ne kadar erken başlaması gerektiğini gösterir. Çocuğun çevresi, ibadet alışkanlığı kazanmasında büyük rol oynar. Dini değerlere sahip bir ortamda yetişen çocuk, namaza daha kolay alışır. Arkadaş çevresi, çocuğun ahlâkî gelişimini doğrudan etkiler. Olumsuz çevre, çocuğun ibadetten uzaklaşmasına neden olabilir. Bu yüzden ebeveynler, çocuklarının arkadaş seçiminde dikkatli olmalıdır.
Çocuklar, gördüklerini taklit eder. İyi bir rol model olarak, çocuğa namazı öğretmek en etkili yöntemdir. Hikayeler ve kıssalar, çocukların ilgisini çeker ve onları ibadete yönlendirebilir. Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), torunları Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’i namaz sırasında sırtına aldığında onları kırmadan sevgiyle yönlendirmiştir. Çocuklar, ibadet sürecinde hata yapsa da sabırla yönlendirilmelidir.
Namaz, hayatın merkezidir
Namaz alışkanlığı aşamalı olarak kazandırılmalıdır. İlk yıl tek bir vakit namaz kılmakla başlanabilir, ilerleyen yıllarda vakitler artırılmalıdır. Bu süreçte zorlamadan, teşvik ederek hareket edilmelidir. Yedi yaşında başlayan bu süreç, on iki yaşına kadar beş vakit namaza tam alışkanlık sağlayabilir. Küçük yaşta kazanılan bu alışkanlık, hayat boyu devam eder. Namaz, bir Müslüman için vazgeçilmezdir ve ertelenmemelidir. Hayatın koşturmacası içinde her şey için vakit ayırırken, namazı geri plana atmamak gerekir. Çocuklarımıza namazı öğretirken sabırlı olmalı, onları zorlamadan, sevgiyle yönlendirmeliyiz. Çünkü namaz, sadece bir ibadet değil, hayatın huzur kaynağıdır.
Kübra Er
-
Gazneli Mahmut’un Peygamber Efendimizin mübarek ismine olan saygısını anlatan ibretli bir kıssa… Hindistan fâtihi Gazneli Mahmud’un “ Muhamm...
-
Bir horoz varmış. Her sabah ezan okuyormuş. Sahibi demiş ki; -Tekrar tekrar ezan okuma! Yoksa tüylerini yolarım. Bu tehdit karşısında horoz ...
-
Davûd Aleyhisselamın devrinde iki kadın yanlarında kendilerinin iki oğlan çocukları bulunduğu halde yolda giderlerken kurt gelerek onlardan ...