30 Mart 2025 Pazar

Bayramınız mübarek olsun.

 


IMG_20200524_123601_086

0001-1215726092_20210512_151503_0000e566eb6e8b3188ff7238bb76d9608b21Mü’minlerin Ahiretteki Bayramları

Allah’ın emrine uyarak hareket edenler sadece dünyada değil âhirette de saadetli ve sevinçli günlere kavuşacaklardır: Mü’min, bu fani hayata Ehl-i Sünnet îtikâdı ile veda ettiği gün âhiret bayramlarının ilkini kutlayacaktır. Kabre girerek Münker ve Nekir meleklerinin sorularını cevaplandırdığı, kıyamet gününde Allah’ın huzuruna gelerek dünyada yaptıklarının hesabını vermek sûretiyle mizan başında sevabının ağır geldiği, sırat köprüsünü geçerek cennete girdiği ve nihayet nimet ve lezzetlerin en büyüğü olan Allah’ın Cemalini görme bahtiyarlığına erdiği gün de onun bayram günleri olacaktır.

Yılda iki bayram vardır: Birisine ıyd-ı fıtır yani Ramazan bayramı, diğerine ıyd-ı adhâ yani kurban bayramı derler.

Her mü’minin bu bayram gecelerini mümkün olabildiği kadar zikir, fikir, tesbih, dua ve diğer taat ile ihya etmesi islam âdâbındandır. Nitekim hadis-i şerifte:

“Kim Ramazan ve Kurban Bayramı gecelerini karşılığını sadece Allâh’tan bekleyerek (namaz, duâ ve zikirle) ihyâ ederse, kalblerin öldüğü günde onun kalbi ölmez.””, buyurulmuştur.

En’am suresinin 122. ayeti (*) kerimesinde meyyit’ten murat küfür ve hay’den murat iman’dır diye tefsir olunmuştur.

Bu mânâya göre, bayram gecelerini ihya eden kimselerin kalpleri ölmez demektir. O kimseler, ahirete iman ile giderler demektir ki, bu en büyük bir hüsn-ü hâtime müjdesine delâlet etmektedir.

Mecmâ’ul Âdâb
Sofuzade Seyyid Hasan Hulûsi

Salah Bilici Kitabevi

(*) 122- Ölü iken hidayetle dirilttiğimiz, kendisine insanlar arasında yürüyecek bir nûr verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp, ondan çıkamayan kimse gibi olur mu? Fakat kâfirlere, yaptıkları, böyle süslü gösterilir. (En’am suresi)

***

Allah’ın emrine uyarak hareket edenler sadece dünyada değil âhirette de saadetli ve sevinçli günlere kavuşacaklardır: Mü’min, bu fani hayata Ehl-i sünnet itikadı ile veda ettiği gün âhiret bayramlarının ilkini kutlayacaktır. Kabre girerek Münker ve Nekir meleklerinin sorularını cevaplandırdığı, kıyamet gününde Allah’ın huzuruna gelerek dünyada yaptıklarının hesabını vermek sûretiyle mizan başında sevabının ağır geldiği, sırat köprüsünü geçerek cennete girdiği ve nihayet nimet ve lezzetlerin en büyüğü olan Allah’ın Cemalini görme bahtiyarlığına erdiği gün de onun bayram günleri olacaktır.

***

BAYRAMIN FAZİLETİ

Sevval Ayi’nin ilk günü olan Ramazan Bayrami Günü ile Zühicce’nin onuncu günü olan Kurban Bayrami Günü’ne bu ismin verilmesinin bir kac sebebi ileri sürülür. Birinci görüse göre, mü’minler bu günlerde gerek Ramazan Orucunu bitirerek Sevval ayindan alti gün oruç tutmaya yönelerek, gerekse farz olan hacc’i edâ edip Peygamber imizin ziyaretine yönelerek Allah’a (C.C.) karsi ibadet etmekten Peygamber imize hürmet etmeye dönerler.

Ikinci görüse göre, bayramlarin her yil tekerrür etmelerinden dolayidir. Çünkü görüse göre, bu ismin sebebi. Allah’in bu günlerdeki iyilik ve bagislarinin bollugudur. Diger bir görüse göre de, bu günlerin gelmesi ile ortaliga sevine ve nese geldigi için bu günler, bu adi almislardir.

Peygamber imizin kildigi ilk bayram namazi. Hicretin ikinci yilina restlayan bir Ramazan Bayrami Namazi’dir. Bundan sonra Peygamber imiz Bayram Namazi’ni devamli kildigi için, sünnet-i müekkede’dir.

Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

«— Bayramlarinizi tekbirler ile senlendiriniz.»

«— Kim bayram günü üç yüz kere «sübhanellahu ve bihamdihi» der ve sevabini ölmüs müslümanlara bagislarsa, her müslüman ölünün kabrine bin nûr iner ölünce Allah kendi mezarina da bin nûr gönderir.»

Vehb Ibni Münebbih buyuruyor ki; «Seytan her bayram günü öfkesinden inler. Etrafina toplanan yardakçilari «Seni öfkelendiren nedir, efendimiz» diye sorarlar. Seytan da onlara su cevabi verir. «Bu gün Allâh Muhammed (S.A.S) ümmetinin günahlarini afvetti Onlari mutlaka nefsi arzulara ve hazlara daldirarak oyalamalisiniz.»

Allah, Ramazan Bayrami Günü cenneti yaratti. Tûbâ agacini dikti, Cebrail’i. (A.S.) vahiy indirmek üzere vazifeiendirdi. Firavun büyücülerinin tevbesini kabul etti.»

Peygamber’imiz (S.A.S.) buyuruyor kh

«— Kim, önemini bilerek bayram gecesini ibâdet ile geçirirse, kalblerin öldügü gün onun kalbi diri kalir.»

Hz. Ömer. ogullarindan birini bayram günü sadece yirtik bir gömlek içinde görünce aglamaya baslar. Oglu ona «Niye agliyorsun» diye sorar.

Hz. Ömer ogluna «Yavrum, bayram günü seni çocuklar bu yirtik gömlekle görünce hayal kirikligina düseceginden çekiniyorum» diye cevap verir. Oglu da ona «Ancak Allah’in Rizâsi’ndan mahrum kalan veya ana – babasina âsi olanlar hayal kirikligina düserler. Ben ise senin hosnutlugun sayesinde Allah’in Rizasi’ni kazanacagimi umuyorum» diye cevap verir. Bunun üzerine Hz. Ömer gözyaslari içinde oglunu bagrina basar ve ona duâ eder.

Su beyitlerin sâiri, ne güzel söyler:

«Dediler ki; «yarin bayram, ne giyeceksin?»

Dedim ki, «Kuluna susayinca su sunan Allah’in bagisladigi
elbiseyi

Fakirlik ve sabir öyle iki elbisedir ki.

Onlarin arasinda barinan kalbin sahibi bayram ve Cum’âlari
görür.

Ey ümidim! Sen yoksan bayram matemdir bana.

Sen bana görünür veya sesini duyurursan, o zaman benim için
bayram var.

Bildirildigine göre. Ramazan Bayrami sabahi, Allah (C.C), Melekleri yeryüzüne indirir. Onlar sokak baslarina dikilerek insanlardan ve cinlerden baska her canlinin duydugu bir sesle söyle seslenirler.

«Ey Muhammed ümmeti! Büyük günahlari afveden ve bol bagislar sunan kerem sahibi. Rabb’inize çikin.»

Mü’minler namaza katilinca ulu Allah, meleklere «Vazifesini yapan isçinin karsiligi nedir» diye sorar. Melekler «Yaptigi isin mükâfatini almaktir.» diye cevap verirler. Bunun üzerine ulu Allah «Sizi sâhid tutarim ki, onlara mükâfat olarak rizami ve magfiretimi verdim.» buyurur.

Kaynak : http://kitap.mollacami.com/kalplerin-kesfi/bayramin-fazileti.html

Hz. Yakub'un (a.s.) Sabrı ve Allah'a Güveni

 Rivayete göre Resûlullah (s.a.s.) Cebrâil (a.s.)’a: 

Yâkub’un Yûsuf’a duyduğu ayrılık acısı ne dereceye varmıştı? diye sormuş, Cebrâil de: 

Evladını kaybeden yetmiş ananın toplam acısına” demiştir.

“O halde onun sevabı ne kadardır? diye sual edince de: 

Yüz şehîd sevabıdır. Çünkü o, Allah’a bir an bile kötü zanda bulunmadı buyurmuştur. (ed-Dürrü’l-Mensûr, IV, 570)

Kaynak:https://www.islamveihsan.com/yusuf-suresi-86-ayet-meali-arapca-yazilisi-anlami-ve-tefsiri.html

25 Mart 2025 Salı

Namaz: Ertelenmeyecek Bir Sorumluluk

Atalarımız “7’sinde neyse 70’inde odur.” diyerek, karakterin küçük yaşlarda şekillendiğini vurgulamıştır. Hayatta birçok şeyin belirli bir zamanı vardır ve bu zaman, irade ile birleşerek bireyin yolunu çizer. Manevi hayatımızda en büyük yatırım namazdır. Eğitimde harf, binada beton, canlıda su neyse, Müslüman için namaz da odur. Onu ertelemek hatadır; “Sonra kılarım” demek, kulun acizliğidir.

Bugün dünyada zorunlu eğitim 6–7 yaşlarında başlar. 15 asır önce Peygamber Efendimiz (s.a.v.), namaz eğitiminin 7 yaşında başlamasını tavsiye etmiştir. Bu yaş, belirli bir gelişim döneminin başlangıcı olarak kabul edilir. Günümüzde birçok ülke, eğitim yaşını yedi olarak belirlemiştir. Akıl ve öğrenme çağı olarak adlandırılan bu dönemde çocuklar, hızlı bir gelişim gösterir. İşte bu yüzden, namaz bilinci de küçük yaşlarda kazandırılmalıdır.

Namazın önemi ve anlamı

Namaz, ruhun huzuru ve hayatın bereketidir. İbadet, Allah’a kulluk ve bağlılık göstermek için yapılan davranışların bütünüdür. Namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetlerin yanı sıra, Allah’ın rızasını gözeterek yapılan her güzel iş de ibadet sayılır. Ancak ibadetler, istikrarlı bir şekilde ve samimiyetle yerine getirildiğinde insanı olgunlaştırır. Günümüz bilim insanları, namaz ve abdestin bedene ve zihne faydalarını ispatlanmıştır. Ancak biz, bunu sadece Rabbimizin rızası için yerine getirmeliyiz. Çünkü Allah’ın emirleri hem ruhen hem de bedenen bize en faydalı olanlardır.

Ramazân-ı Şerîf ayı, manevi atmosferiyle ibadet alışkanlıklarını kazanmak için en uygun zamandır. Oruç tutanlar daha huzurlu, ikramda bulunanlar daha cömerttir. Bir ay boyunca namaz kılan biri, neden bunu sürdüremesin? Önemli olan, bu alışkanlığı kazanmak ve devam ettirmektir. Nefsimizle mücadele etmeden, küçük fedakârlıklar yapmadan manevi gelişim mümkün olmaz.

Namazı ertelemenin bahaneleri ve gerçekler

Namaz kılmamak için bahaneler her zaman vardır: “Yorgunum”, “İşim var”, “Emekli olunca başlarım.” Ancak bunlar nefsin ve şeytanın vesveseleridir. Oysa zorluk içinde kılınan namazın değeri daha büyüktür. Hazreti Allah, samimi tevbe eden kullarının günahlarını bağışlayacağını bildirmiştir. O hâlde neden bekleyelim? Namaz, Allah’ın emridir. Bu sebeple hiç bir hâlde ertelenmesi veya terk edilmesi uygun olmayan çok mühim bir ibadettir.

Çocuklukta öğrenilen alışkanlıklar kalıcı olur. Küçük yaşlarda namaza alıştırılan bir çocuk, ileride de bunu devam ettirir. Öğretmenlerin ve ebeveynlerin bu konuda yönlendirici ve destekleyici olmaları gerekir. Namaz bir zorunluluk değil, sevgiyle kazandırılacak bir ibadet olmalıdır. Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Çocuklarınıza yedi yaşında namazı öğretiniz.” buyurmuştur. Anne-babalar, çocuklarının sadece fiziksel ve zihinsel eğitimine değil, manevi gelişimine de önem vermelidir.

Çocuklar, gördüklerini taklit eder. İyi bir rol model olarak, çocuğa namazı öğretmek en etkili yöntemdir. Hikayeler ve kıssalar, çocukların ilgisini çeker ve onları ibadete yönlendirebilir.

Namaz alışkanlığı kazandırmak

Çocuklara iyi bir eğitim vermenin yolu, onları sevgiyle büyütmekten geçer. Çocuk, sevdiği kişilerin değer verdiği şeyleri benimser. Bu yüzden namazı sevdirerek öğretmek önemlidir. Yavaş adımlarla ve hoşgörüyle yaklaşıldığında, namaz alışkanlık hâline gelir. Zorlamayla yapılan ibadet kalıcı olmaz. Eğer çocuk namazı severse, bu sevgi, kalbine ve ruhuna yerleşir.

Çocuğa öncelikle sağlam bir inanç kazandırılmalıdır. Allah’ı tanımalı ve sevmesi sağlanmalıdır. Ancak bu süreçte, çocukları Hazreti Allah ile korkutmak, cehennemle tehdit etmek büyük bir hatadır. Hazreti Allah’ın rahmeti ve merhameti anlatılmalı, çocuk güvenle ibadete yönlendirilmelidir. Namaz öğretirken sabırlı ve anlayışlı olunmalıdır. Çocuk, yaptığı hatalar nedeniyle cezalandırılmamalı, doğruyu nazikçe öğreten bir yaklaşım sergilenmelidir. Ancak aşırı hoşgörü ve ilgisizlik de çocuğun şımarıklık kazanmasına neden olabilir. Dengeyi sağlamak önemlidir.

Namazı alışkanlık hâline getirmek için çocuklar, ibadet eden insanlarla birlikte olmalı, bu atmosferi yaşamalıdır. Ortamın etkisi büyüktür. İnsan, bulunduğu çevreden etkilenir, bu nedenle çocuğun, doğru ortamda bulunması sağlanmalıdır.

İbadeti kalıcı hâle getirmek

Namaza erken yaşta başlanmalı, küçük adımlarla alışkanlık hâline getirilmelidir. Anne ve babalar, çocuklarını uygun yaşta ibadete yönlendirmelidir. Namaz eğitimi geciktirilirse, ilerleyen yaşlarda bu alışkanlığı kazandırmak zorlaşır. “Ağaç yaşken eğilir” atasözü, bu sürecin ne kadar erken başlaması gerektiğini gösterir. Çocuğun çevresi, ibadet alışkanlığı kazanmasında büyük rol oynar. Dini değerlere sahip bir ortamda yetişen çocuk, namaza daha kolay alışır. Arkadaş çevresi, çocuğun ahlâkî gelişimini doğrudan etkiler. Olumsuz çevre, çocuğun ibadetten uzaklaşmasına neden olabilir. Bu yüzden ebeveynler, çocuklarının arkadaş seçiminde dikkatli olmalıdır.

Çocuklar, gördüklerini taklit eder. İyi bir rol model olarak, çocuğa namazı öğretmek en etkili yöntemdir. Hikayeler ve kıssalar, çocukların ilgisini çeker ve onları ibadete yönlendirebilir. Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), torunları Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’i namaz sırasında sırtına aldığında onları kırmadan sevgiyle yönlendirmiştir. Çocuklar, ibadet sürecinde hata yapsa da sabırla yönlendirilmelidir.

Namaz, hayatın merkezidir

Namaz alışkanlığı aşamalı olarak kazandırılmalıdır. İlk yıl tek bir vakit namaz kılmakla başlanabilir, ilerleyen yıllarda vakitler artırılmalıdır. Bu süreçte zorlamadan, teşvik ederek hareket edilmelidir. Yedi yaşında başlayan bu süreç, on iki yaşına kadar beş vakit namaza tam alışkanlık sağlayabilir. Küçük yaşta kazanılan bu alışkanlık, hayat boyu devam eder. Namaz, bir Müslüman için vazgeçilmezdir ve ertelenmemelidir. Hayatın koşturmacası içinde her şey için vakit ayırırken, namazı geri plana atmamak gerekir. Çocuklarımıza namazı öğretirken sabırlı olmalı, onları zorlamadan, sevgiyle yönlendirmeliyiz. Çünkü namaz, sadece bir ibadet değil, hayatın huzur kaynağıdır.

Kübra Er
 

21 Mart 2025 Cuma

KADİR GECESİ

 

Ramazan-ı Şerif ile birlikte ümmet-i Muhammed’e tahsis edilen muazzam lütuflardan birisi de KADİR GECESİ’dir. Kur’an-ı Kerim kendisinde indirilen bu gece, yine Kur’an-ı Kerimde kendisine tahsis edilen bir sure ile şöyle anlatılmaktadır:

“Şüphesiz biz onu (Kur’ân’ı) Kadir Gecesinde indirdik. Kadir Gecesinin ne olduğunu bilir misin? Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrâil) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tanyeri ağarıncaya kadar bir selamettir.”[1]

Sure-i Celile’de anlatılan KADİR GECESİ’nin özelliklerine kısaca göz atalım.

Kelamların en güzeli olan Allah kelamı Kur’an-ı Kerim bu gecede indirilmiştir. O Kur’an-ı Kerim ki muttakiler için hidayet kaynağı, müminler için şifa ve rahmettir.

Kadir Gecesi’ni ibadetle ihya etmenin bin aydan daha hayırlı olduğu ifade buyrulmuştur ki bin ay, 83 sene 4 aya tekabül eden bir zaman dilimidir. Bu zaman dilimi, insanoğlunun yaşayabileceği uzunca bir ömre bedeldir.

Meleklerin ve Ruh’un yani Cebrail aleyhisselamın bu gecede yeryüzüne indiklerinden bahsedilmektedir ki sene boyunca şeytanların istilasının ızdırabını yaşayan ruhlarımız, Kadir gecesinde meleklerle birlikte olmanın huzuruna erer.

Akşam vaktinden tan yeri ağarıncaya, yani imsak vaktine kadar her şey selamet üzeredir. Bir başka rivayete göre de o zaman zarfında melekler tarafından müminlere selam verilir.

Tüm bu özellikler; hiç şüphesiz Kadir Gecesi’nin kadrini bilen, o geceyi gafletten uyanmış olarak ibadetle geçiren, günahlarından pişmanlık duyarak göz yaşı döken, Allah’a muhtaç olduğunun şuuru içinde el açıp yalvarmakla değerlendiren müminler içindir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu manayı şöyle izah buyurmuşlardır:

“Kim Kadir Gecesi’nde inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek kıyam eder yani namaz kılarsa geçmiş günahları affolunur.”[2]

Hz. Aişe (r. anha) Validemiz anlatıyor: “(Rasulüllah’a) dedim ki: Ya Rasulellah! Şayet hangi gecenin Kadir Gecesi olduğunu bilirsem ne (diyerek) dua edeyim? Rasulüllah (s.a.v.): “Allahım, şüphesiz sen çok affedensin, affı seversin, beni de affet!” diye dua et buyurdular.”[3] Bu tavsiye, tüm ümmet-i Muhammed için kıyamete kadar geçerlidir.

Allah-ü Teâla birtakım hikmetlere binaen bazı hususları kullarından gizlemiştir. Bunlar mesela; cuma gününde duaların kabul olunma saati, insanın ecelinin ne zaman olduğu, kıyametin ne zaman kopacağı gibi şeylerdir.  Kadir Gecesi’nin ne zaman olduğu da bunlardan birisidir. Şayet kesin olarak bildirilmiş olsaydı, bazı kimseler ibadeti bu geceye hasredip diğer zamanlarda ibadet etmeme tembelliğine kapılabilirlerdi. Bu gecede yapılacak ibadetin sevabı fazla olduğu gibi, bilerek işlenen isyanın da günahları çok olurdu.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) den rivayet edilen Hadis-i Şeriflerde Kadir Gecesi’nin Ramazan’ın son on gününün tekli gecelerinde aranması gerektiğine dair beyanlar mevcuttur.

Birçok ulema, Ramazan ayının 27. gecesinin Kadir Gecesi olmasını kuvvetle muhtemel görmüşler ve bu geceyi ihya edegelmişlerdir. Bununla birlikte diğer geceleri de aynı niyetle ihya etmeye gayret edilmelidir. Nitekim İslam büyükleri: “Her gördüğünü Hızır bil, her geceyi Kadir bil!” buyurarak bu hakikate işaret etmişlerdir.

 

[1] Kadir Suresi, 1-5

[2] Buhari, Savm, 11 (1901)

[3] Müsned-i Ahmed bin Hanbel, 6/171

20 Mart 2025 Perşembe

Bir Kahramanın Sessiz Fedakârlığı: Seyit Onbaşı

 



1915 yılında yapılan Çanakkale Savaşları sırasında Rumeli Mecidiye Tabyası’nda görev yapan Seyit Onbaşı, kabul edilmesi güç bir kahramanlığa imza atmıştır. Normal şartlarda kaldırılması mümkün olmayan 276 kiloluk mermiyi sırtlayarak topa yerleştirmiş ve İngiliz zırhlısı HMS Ocean’ı vurarak batırmıştır. Bu kahramanca hareketiyle, 18 Mart’ta Çanakkale Deniz Savaşları’nın zaferle sonuçlanmasına büyük katkı sağlamıştır. Ancak savaş burada bitmemiş, bir yıl kadar süren kara savaşları devam etmiş ve nihayetinde düşman, Çanakkale’den tamamen çekilmek zorunda kalmıştır. Seyit Onbaşı, o gün yalnızca bir mermi değil, vatanın yükünü kaldırmış ve savaşın seyrini değiştirmiştir.

Sessiz kahramanlar

Cephede savaşan askerler kadar, onların geride bıraktığı aileleri de savaşın ağır yükünü taşımak zorunda kalmıştır. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar, cephedeki evlatlarını hasretle beklerken bir yandan da zor şartlarda ekonomiyi ayakta tutmaya çalışmışlardır.

Savaş, her zaman belirsizlikler ve ihtimallerle doludur. En kötü ihtimal, ordunun yenilgiye uğrayarak vatan topraklarının düşman çizmeleri altında ezilmesi olurdu. Ancak Allah’a şükür ki ordumuz, büyük bir zafer kazanmıştır. Fakat zafer, her zaman askerlerin sağ salim döneceği anlamına gelmez.

• Kimi asker şehit olur, künyesi gelir.

• Kimi yaralanıp gazi olarak döner.

• Kimi düşmana esir düşer.

• Ve kimi de nasibi varsa sağ salim evine kavuşur.

Cephe gerisinde bekleyen aileler için bu bilinmezlik, en büyük sınavdır. “Beklemek, ateşten zordur.” denmiştir. İşte, Seyit Onbaşı’nın ailesi de bu bilinmezlik içinde yıllarca beklemiştir.

Eve dönüşü

Seyit Ali Çabuk, yani Seyit Onbaşı, yıllarca cepheden cepheye koşmuş, vatan müdafaasında bulunmuş bir askerdi. Çanakkale Savaşları sona erince terhis edilmiş ve sağ salim köyüne dönme vakti gelmişti. Ancak ne ailesinden onun haberi vardı ne de onun ailesinden…

Terhis edilince, köyüne doğru uzun bir yolculuğa çıktı. O dönemin şartlarında haber verme imkânı olmadığı için ailesi, onun yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordu. Uzun süren bir yolculuğun ardından Balıkesir’in Havran kazasına bağlı Çamlık köyüne (bugünkü adıyla Koca Seyit Köyü’ne) ulaştı. Gece vakti evinin önüne geldi. Ancak birden içeri girerse ev halkının korkabileceğini düşündü ve bir süre kapıda bekledi.

Fakat beklemeye dayanamadı, kapıyı çaldı. Bazı anlatımlara göre ise annesi, camdan dışarı bakınca sakallı birini fark edip evdekilere haber verdi. Böylece kapıyı çalmak zorunda kaldı.

Zorluklarla dolu bir hayat

Seyit Onbaşı, savaşa giderken evliydi. Küçük bir kız çocuğunu, eşini ve yaşlı anne babasını geride bırakmıştı. Geri döndüğünde kendisini nasıl bir hayatın beklediğini bilmiyordu.

Kapıyı çaldığında içeriden annesinin sesi geldi:

•“Kim o?”

•“Ana, ben Seyit!”

Kapı açıldığında, anne-oğul birbirine sarıldı ve gözyaşları sel oldu. Ancak Seyit Onbaşı, etrafta babasını göremedi. Annesi, gözleri dolarak “Oğlum, baban vefat etti...” diyebildi.

Seyit Onbaşı’nın annesi, eşi ve küçük kızıyla birlikte üç kadın, savaş boyunca hayatın bütün yükünü sırtlamıştı. Bir yandan evin geçimini sağlamaya çalışırken, bir yandan da oğullarının sağ salim döneceği günü beklemişlerdi. Şimdi, vatanın yükünü kaldıran Seyit Onbaşı, artık ailesinin yükünü kaldırmak zorundaydı.

Omuzlarındaki yeni yük: Ailesinin geçimi

Seyit Onbaşı, babasından kalan eşekle dağdan odun taşıyarak ailesini geçindirmeye çalıştı. Bir gün, biraz helva ve pazar ekmeği alarak ailesine küçük bir ziyafet çekmek istedi. Ancak kaderin ona yükleyeceği yük bitmemişti…

Babasından kalan eşek bir süre sonra öldü. Bu kez kendi sırtında odun taşımaya başladı. Ardından bir zeytinyağı fabrikasında hamal olarak çalışmaya başladı ve sırtında ağır yükler taşıyarak ailesinin nafakasını temin etmeye gayret etti.

Kader, ona hep omuzlarında ağır bir yük taşıma şerefi vermişti. Önce vatanını, sonra ailesini omuzlarında taşımıştı.

Son günleri

Soğuk bir kış günü, hamallık yaptığı sırada terleyip soğuyunca zatürreye yakalandı. Ne yazık ki bu hastalıktan kurtulamadı ve 1 Aralık 1939’da, 50 yaşında vefat etti.

Seyit Onbaşı’nın mirası ve bugüne mesajı

Seyit Onbaşı, cesur, yiğit ve kahraman olduğu kadar mütevazı ve alçakgönüllü bir insandı. Savaşta yaptıklarını anlatmaz, “Herkes görevini yaptı.” derdi. O, hiçbir zaman kendisini kahraman olarak görmedi, ama tarih, onu hep öyle anacaktır.

Bugün Seyit Onbaşı’nın torunları olarak, ondan alınacak büyük dersler var:

✔ Vatanın ve ailenin yükünü omuzlamak, bir babanın ve bir evladın en büyük vazifesidir.

✔ Şartlar değişse de, bir babanın görevi değişmez.

✔ O gün sırtında odun taşıyan Seyit Onbaşı vardı; bugün de evinin kirasını, elektrik faturasını, çocuklarının masrafını karşılamaya çalışan babalar var.

✔ En önemli şey, ümidini kaybetmeden, azim ve şevkle mücadelesini sürdürmektir.

Bugünün babaları, Seyit Onbaşı’nın torunları olduklarını unutmazlarsa, vatanını ve ailesini koruma şuurunu da kaybetmezler. Çünkü tarih, sırtında yük taşıyanları değil, yükün altına girmeyenleri unutur.

Doç. Dr.-Mustafa Boran

16 Mart 2025 Pazar

Ana Babaya İyilik Hakkında Hikaye ve Hadis-i Şerifler

 

Kur’an-ı Kerim’de ana-baba hakkından bahseden bir sure var. En uzun sure, Bakara suresidir. Bu sure’nin Türkçesi  af edersiniz  “inek suresidir.”  Semavi kitapların en faziletlisi  Kur-an’ı Kerim, bunun da en uzun suresi de Bakara suresidir.  Bu surede anlatılan bir hadise var. İsrail oğullarından salih  bir zat annesine bir iyilik yapmış. Bu zattan Allah’ü Teala o kadar memnun olmuş ki; Allah’ü Teala meleklerine:

“Yer yüzünde annesine iyilik yapıp itaat eden  bir zat var  ben ondan çok razıyım” buyurmuş. İsrail oğullarından  olan bir zat yaşlandığını ve ölümünün yakın olduğunu düşünerek kıldığı bir namazın arkasından Allah’ü Tealaya dua etmiş:

“Allahım ben yaşlandım, oğlum çok küçük. Oğluma miras olarak bırakmak istediğim buzağıda küçük. Hem oğlum büyüyünceye kadar hem de buzağı büyüyünceye kadar bu buzağıyı sana emanet ediyorum.”demiş. Allah’ü Teala da:

“Sen bu buzağıyı ormanın tarif edilen yerine bırak, oğlun büyüdüğü zaman dağa gelsin ve düveyi gördüğü zaman “-İbrahim aleyhisselamın ilahının hakkı için.”diye çağırmasını söylemiş. Bunu hanımına da anlatmış ve bu zat belli bir süre sonra vefat etmiş. Aradan hayli bir süre geçince çocuk büyümüş genç delikanlı olmuş. Genç delikanlı da babası gibi  salihlerdenmiş  ve gündüzleri ormana gidip odun topluyor ve getirip satıyormuş. Elde ettiği kazancını üçe taksim ediyor ve üçte birini annesine veriyor, üçte birini evin geçimine harcıyor ve üçte birini de sadaka olarak veriyormuş. Geceleri de üçe bölüyormuş ve üçte birinde uyuyor, üçte birinde teheccüt vaktinde ibadet, zikir ve dua yapıyor ve kalan üçte birinde de annesinin ihtiyaçlarını gideriyormuş.Hiç ihtiyacı olmasa bile başucunda oturarak bekliyormuş.

          Allah’ü Teala Hazretleri gencin annesine bu itaatdan  dolayı çok razı olup meleklerine ve hayvanata sesleniyor ve benim böyle bir kulum var, annesine hizmet ediyor diye iftiharla anlatıyor ve çocuk büyüyünce annesi oğlunu yanına çağırıp durumu anlatıyor ve falan ormana gidip tarif edilen buzağıyı bulup:

“İbrahim Aleyhisselamın ilahının hakkı için buraya gel” diyeceğini ve yanına gelince de başına yuları takıp getirmesini söylüyor. Ormanda bu düveyi nasıl tanıyacağını soran oğluna:

“Tüyleri sapsarı ve çok parlak olacak öyle ki sanki güneş içine girmiş de tüyleri arasından güneş ışınları çıkıyormuş gibi göreceksin” diyor.

          Delikanlı ormana gidiyor ve sanki kendisi için saklanmış, kaybolmamış ve kimse tarafından yakalanmamış düveyi buluyor:

“Ey düve; İbrahim Aleyhisselamın İlahının hakkı için yanıma gel.” Deyince ,düve koşup yanına geliyor. Bu dünya imtihan dünyası , herkes imtihana tabi. En çok Peygamberler imtihan oluyor. Sonra sırasıyla evliyalar ve Allah’ın sevgili kulları.

          Düve; bakalım annesine ne kadar itaatkar görelim diye genci imtihan etmek istiyor.Allah’u Teala düveye konuşma melekesi vererek düve:  “Ey anasına iyilik yapan genç; sen benim sırtıma bin seni ben evine kadar yorulmadan götüreyim” dediğinde genç:

“Ben senin sırtına binemem. Çünkü anam başına yuları tak ve yularından tutup getir.” Dedi. Ben anamın sözünden çıkamam diyor. Düve:

“İmtihanı kazandın ey Salih kişi eğer sırtıma binmeye çalışsaydın beni hiçbir zaman ele geçiremiyecektin.Annene olan bu itaatin sebebiyle şu dağa bile peşimden gel diye emir versen dağ yerinden sökülür peşinden gelirdi, buyur nereye dersen gidelim” diyor. 

          Genç; düveyi yularından tutup annesine getiriyor. Annesi de oğlunun çok yorulduğunu bu düveye bakamayacağını ve satmalarının daha iyi olacağını söylüyor ve 3 dinar’a satmaya karar veriyorlar. Dinar bizim bildiğimiz altın yerine geçen para birimidir. Annesi düveyi Pazar’a götürmesini 3 altın’a satmasını ancak müşteri çıktığında da mutlaka anneme söylemem lazım demesini tembihliyor. Bir müşteri çıkıyor ve 3 altın yerine 6 altın vereceğini ama annesine söylemezse geçerli olduğunu söylüyor. Genç de:

“Değil 6 altın düvenin ağırlığınca altın versen olmaz. Mutlaka annemin haberi olacak.” diyor. Annesine gelip durumu anlatınca 6 altın’a satmaya karar veriyorlar. Yine Pazar da müşteri çıkıyor. 6 altın değil 12 altın vereceğini ama şartının anasına sormaması olduğunu söyleyince genç yine aynı şeyi tekrarlıyor. Ve annesine durumu anlatınca; annesi bunda bir iş var. Senin karşına çıkan müşteriler insan kılığına girmiş melek olsa gerek diyor. Sen yarın Pazar da karşına çıkan müşteriye bu düveyi satalım mı satmayalım mı diye sor diyor. Melek de deşifre olduğunu anlıyor ve anlatıyor. Allah’ü Teala’nın övündüğü genç annesine olan sadakatinden para için vazgeçecek mi diye imtihan ettik. Bu düveyi satmayınız. Allah’ü Teala size bir gün müşteri yollayacak o zaman düvenin ağırlığınca altın isteyin diyor. Düveyi kesin , derisini yüzün ve çuval yapıp ağzına kadar silmece altın ile doldurana verin diyor. Genç gelip bunu annesine anlatıyor.

          İşte bu sureye ismini veren bu düvedir. .Annesine olan itaatten öyle memnun olunuyor  ki kıyamet sabahına kadar bunu okusunlar deniyor. Ana ve babaya itaat Allah’ü Teala’nın en çok razı olduğu amel. Bakara suresinin 68., 69. ve 70.ayetlerinde anlatılan kıssa da çok zengin  bir kişi var. Çocuğu yok. Yeğenleri  bu kişinin mirasına konmak için adamı öldürüyorlar. Ve vay amcamızı kim öldürdü diye ortalığı karıştırıyorlar. Şehrin ileri gelenleri Musa aleyhisselam’a gelip İlahına sormasını istiyorlar. Musa aleyhisselam da tur-i sinaya gidip soruyor. Allah’ü Teala da “onlara söyle; bir inek kurban etsinler.” buyuruyor.. Burada dikkat etmemiz gereken bir husus insanlar bir müşkülleri için kurban kessinler; mesajını almamızdır. Ve bu kurbanın bir parça etini ölünün göğsüne sürsünler ölü dirilecek diyor. Dört defa Musa aleyhisselam’ı Tur-i Sina’ya gönderiyorlar. Hep bir şeyler soruyorlar. “Öyle bir düve kurban etmeliler ki sapsarı tüyleri olan, gücü yerinde, genç, tüyleri parlak olmalı.” buyuruyor. Aramaya koyuluyorlar ama hiçbir düve bu tarife uymuyor. En sonunda bu düveden haberdar oluyorlar ve gidip gördüklerinde tüm tarif’e uyduğunu görüyorlar. Biz bu düveyi satın almak istiyoruz diyorlar. 12 altın olmaz, 40 altın olmaz, 50 altın olmaz derken genç kendinse tarif edilen şekilde ağırlığınca altın verirlerse düveyi alabileceklerini söylüyor.  Kilolarca altın getiriyorlar. Düve’nin bir parça etini mezardan çıkardıkları ölünün göğsüne sürünce bütün milletin gözü önünde ölü dirilip ayağa kalkıyor ve kendisini  öldüreni  gösterip tekrar yere uzanıyor. Binlerce insanın gözü önünde olan bu hadiseye, mucizeye rağmen bir kişi bile iman etmiyor. Kalpleri kararmış bu insanları cezalandırırken bir kulunu da anasına itaatinden dolayı ödüllendiriyor. Ana-babaya yapılan iyilik Allah’ın en çok sevdiği  ameldir.

Baştan ne söylemişti : “Değil 6 altın, düvenin ağırlığınca altın versen olmaz. Mutlaka annemin haberi olacak.” Anaya itaatın sonucu ve dünyadaki karşılığı olarak düvenin ağırlığınca altın. Ahiretteki karşılığı Allahü alem.(Allah bilir)

***

Bir Karga Hikayesi.. tıklayınız…

***

ANA BABAYA İYİLİK HAKKINDA HADİSLER

 H.Ş.: Kim ömrü uzun ve rızkı ziyâde olmasını isterse, ana babasına ihsanda bulunsun ve akrabasını yoklasın. (Ramuz 238)

H.Ş.: Size vasiyet ederim: Ana babaya iyilik ömrü uzatır. Canım yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, ömründen üç sene kalan bir kul, ana babasına ihsan ederse, üç seneyi Allahü Teâlâ otuz sene yapar. Eğer kötülük ederse, üç seneyi üç güne indirir. Ehline ve akrabâsına iyilik etmek ömrü uzatır, kötülük etmek ömrü kısaltır rızkı daraltır ve Allah’ı gazaplandırır. (Kenzü’l İrfan 431-432)

 H.Ş.: Cennette makamımda iken kulağıma azap görenlerin feryatları gelir. Buna kalbim dayanamaz, Arş’ın altında secdeye varıp onlara şefaat için Rabb’imden izin isterim. Rabb’im “Yâ Muhammed! Başını secdeden kaldır, ana-babaları râzı olmadıkça, onları cehennemden çıkarmam” buyurur. Makamıma dönerim. Fakat feryatlar devam eder. Yine secde eder şefaat izni isterim. “Yâ Muhammed! Kaldır başını, başka isteğin varsa vereyim, bunlara şefâat dileme! Ana babaları râzı olmadıkça onları cehennemden çıkarmam” buyurur.

Tekrar makamıma dönüp bu hâli unutmaya çalışırım; fakat ardı arkası kesilmeyen feryatlar devam eder. Rabb’ime şöyle yalvarırım: Allah’ım! Cehennemin bekçisine emir buyur, azap görenlerin yerini bana göstersin, hallerini göreyim.” İzn-i ilâhî ile gösterilir. Ateşten çengellere takılmışlar, zebânîler ateşten sopalarla sırt ve ayaklarına vuruyorlar, yılan ve akrepler de saldırıyor. Ziyâde mahzun olurum. Üçüncü defa secdeye varıp kurtulmalarını dilerim. Ana-babalarının rızâsı olmadıkça kurtulmayacakları bildirilir. Ana-babalarının yerlerini sorarım. Bir kısmı cennette zevk u sefâda, bir kısmı Arasat’ta, bir kısmı Cennetü’l Me’vâ’da ve diğer yerlerdeler diye haber verilir.

Kendilerini görmek niyâzında bulunurum. İzin verilir. Yanlarına gidip, evlâtlarına verilen cezâları  ve üzüntümü anlatıp onları affetmelerini istediğimde, dünyada yaptıklarını hatırlayıp biri şöyle der: “Yâ Resûlallah! Onu bırakınız, lâyık olduğu azabı çeksin. Dünyadayken beni döver, söver, incitir, vaziyeti iyi olduğu halde, yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarımı görmezdi. Hanım ve çocuklarına, hanımın akrabalarına her yardımı yapar, ben istersem azarlar, kovardı. Bunların acısı içimdedir. Bırakınız cezâsını çeksin.”

Ben de onlara: “Onlar dünyada olan şeyler. Burası af ve merhamet yeridir. Onları affetmeniz için yanınıza kadar geldim”

Bu esnâda Hitabı-ı İzzet gelir:

“Habîbim Onlara acıma! İzzet ve Celâlim hakkı için ana ve babaları râzı olmadıkça, onları cehennemden çıkarmam.”

Fahr-i Âlem S.A.V. izn-i İlâhî ile ana ve babalarını cehennem kapısına getirip, evlâtların hallerini gösterir. Hepsi ağlaşırlar. Yemin ederek: “Biz bu hallerini bilmiyorduk” derler. Evlâtlarına seslenmeye başlarlar. Ana-babalarının seslerini duyan evlâtlar da feryatlarını artırır; “Anacığım, babacığım! Ateş ciğerlerimizi dağladı, azap bizi mahvetti. Yandık, kurtarın, imdat edin. Dünyada güneşte kalmamıza ve diken batmasına râzı olmazdınız. Bu hâlimize acıyın. Derilerimiz yandı, kemiklerimiz kaynadı, hâlimizi gördünüz. İmdat edin, bizi kurtarın… diye feryat ederler.

Ana-babalar da ağlayarak bana: “Yâ Resûlallah! Onlara imdat et kurtar” derler. Hak Teâlâ ise: “Siz şefâat etmedikçe, onlar kurtulmaz! Zirâ onlara sizin için azap ettim.” Buyurur. Ana-babalar bu defa:

“Ey Rabb’imiz” Onları azabından kurtar” diye yalvarırlar. Hak Teâlâ’dan nidâ gelir: “Siz râzı oldunuz, haklarınızı helâl ettiniz mi?”

Râzı olduklarını bildirirler. Bunun üzerine:

İsteyen evlâtlarını cehennemden çıkarsın. İstemeyenlerin ki kalsın ve hüküm yerini bulsun! buyurulur. Cehennemden çıkanları hayat nehrinde yıkarlar. Vücutları düzelir, cennete giderler” buyurdu.

 H.Ş.: Amellerin Allahü Teâlâ yanında en sevimlisi, vaktinde kılınan namaz sonra ana babaya iyilik sonra da Allah yolunda cihattır. (Ramuz 16/12)

 H.Ş.: Baba ve anasının rızasını kazanan kendisi için dünya ve âhiret iyiliğini bir araya getirmiştir.

H. Ş.: İki günâh var ki, kişi bunların cezâsını dünyada görmeden ölmez; zulüm ve ana babaya eziyet etmek.

H.Ş.: Ana babaya ihsan etmek; nâfile namaz kılmak, Haccetmek, sadaka vermek ve harbe gitmekten efdaldir.

H.Ş.: Kıyâmet günü en şiddetli azap üç sınıf kimseyedir:

1. Ana babasına eziyet edenler,

2. Zina edenler,

3. Allah’a şirk koşanlar.

 

H.Ş.: Üç dua ret olunmaz:

1. Ana babanın evlâda duâsı,

2. Oruçlunun duâsı,

3. Misâfirin duâsı.

 

H.Ş.: Üç şeye bakmak ibâdettir:

1. Ana babanın yüzüne bakmak,

2. Kur’an’a bakmak,

3. Deryaya bakmak.

 

H.Ş.: Bir kimse ana babasının yüzlerine merhamet ve sevgi ile baksa, her bakışında ona bir hac ve umre sevâbı ihsan olunur.

– Günde yüz defa baksa da böyle mi yâ Rasûlallah?” suâline:

-Yüz bin kere baksa da bu ecre nâil olur” buyurdular. 

Ana babaya iyilik, sâlih amellerin önde geleni ve en üstünüdür. (Hz. Ali R.A.)

12 Mart 2025 Çarşamba

Üçüncü Fayda Sağlamaz

Bir gün Ebû Zer (radıyallâhü anh), Ka’be-i Muazzama’nın yanında durarak: “Dikkat edin! Beni bilen bilir, bilmeyen de bilsin ki ben Cündüb bin Cünâde el-Ğıfârî Ebû Zerr’im. Size nasîhat eden ve sizlere karşı çok şefkatli olan kardeşinizin yanına geliniz.” dedi.

Bunun üzerine insanlar, etrafında toplandılar. Ebû Zer (radıyallâhü anh) onlara: “Sizden biriniz dünyada bir yolculuğa çıkacağı zaman bunun için muhakkak azığını hazırlar. Peki, âhiret yolculuğuna çıkacak kişi azıksız nasıl yola çıkar?” dedi. Etrafındakiler: “Bizim âhiret yolculuğundaki azığımız nedir, ey Ebû Zer?” diye sorunca şöyle buyurdular:

“Kabir yalnızlığından kurtulmak için geceleri iki rekât -olsun- namaz kılmak, mahşer gününün şiddetinden kurtulmak için çok sıcak günlerde oruç tutmak, o çetin günün azâbından kurtulmak ümidi ile miskinlere sadaka vermek, başınıza gelecek dünyâ ve âhiretin büyük musîbetlerinden kurtulmak için haccetmektir.

Dünya hayatını ikiye ayırın: Birisi rızkınızı kazanmak için, ikincisi de âhiretinizi kazanmak için. Bunların dışında üçüncü bir hayat fayda sağlamaz, ancak zarar verir.

Konuşmanızı da ikiye ayırın: Birincisi dünya işlerinizde size faydalı olanı konuşmalı, ikincisi de âhiret işlerinizde ebedî olarak faydasını görecek olduğunuz şeyleri konuşmalıdır. Bunların dışında üçüncü bir konuşma bir fayda sağlamaz, ancak zarar verir.

Malınızı da ikiye ayırın: Birincisi ailenize harcayacağınız, ikincisi de kendiniz (âhiretiniz)  için harcayacağınız. Bunların dışında üçüncü bir harcama bir fayda sağlamaz, ancak zarar verir.”

Bunları söyledikten sonra Ebû Zer (r.a.) derin bir âh çekerek: “Henüz ulaşmadığım günün tasası beni kahretti, perişan etti.” buyurunca “O nedir?” dediler. Cevaben: “Benim dünyalık istek ve arzularım, ecelimi hatırlamamın önüne geçti de beni amel işlemekten geri koydu.” buyurdu. (Tenbîhü’l-Gâfilîn)

11 Mart 2025 Salı

Hz. Havva Validemiz Niçin Yaratıldı?

 Müfessirler şöyle naklederler:

— Hz. Adem Cennette olduğu zaman yalnız dolaşırdı. Gönlü sâkin değildi. Hak Teâla Adem’e uyku verdi. Adem (A.S.)’da uyudu. Hak Teâla Adem’in sol eğe kemiğinden Hz. Havvâ’yı yarattı. Ona Cennet elbiselerini giydirdi. Hz. Havvâ, Ademin başı ucuna oturdu. Adem (A.S.) uykudan uyandığı zaman başında bir kadının oturduğunu gördü. Melekler imtihan için:

— Bu kimdir ? diye sordular.

Adem (A.S.):

— Kadındır, dedi.

Melekler:

— İsmi nedir? dediler.

Adem (A.S.):

— Havvâ’dır, dedi.

Melekler:

— Niçin Havva’dır? dediler.

Adem:

— Diri yaratıldığı için, dedi.

Melekler:

— Niçin yaratıldı? diye sordular.

Adem:

— Ben onda ve o bende sakin olmak (huzur bulmak) için yaratıldı, dedi.

Nitekim Hak Teâla buyurdu:

— «Sizi bir candan (Ademden) yaratan, bundan da, gönlü kendisine yatıp ısınsın diye, eşini yapan O’dur (Allah’tır). (A’râf Sûresi, âyet: 189.)

Bedâyi-i Ahbâr’dan yapılan nakle göre, Adem (A.S.)

Cennete girince, Allah Teâla Hz. Havvâyı yarattı ve:

— Benim Cennetimde oturun, yemişlerinden yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın. Benim selâmetim ve rahmetim sizin üzerinize olsun! dedi. Ve kendisini Hamd ve Senâ ile anıp:

— Hamd benim övüncümdür, Azamet benim örtüm, Ululuk elbisem ve bütün mahlûkât benim kulumdur, buyurdu.

Melekler, Adem (A.S.)’a verilen bu şerefi görünce. Cennet halkı ile birlikte, onların üstlerine inciden saçu saçtılar. Adem (A.S.)’a ve Hz. Havva’ya selâm verdiler.

Hak Teâla hazretleri şöyle buyurdu:

— Ey Adem! Benim nimetlerime şükret. Seni son derece güzel yarattım. Seni ayağın üzerinde yürüttüm. Sana ruhumu üfledim. Melekleri sana secde ettirdim. İb[1]lis sana secde etmediği için ona lânet ettim. Sana olan iyilikleri tamamladım. Ceneti iki bin yıl evvel, Havvâ ile senin için, yarattım. Eğer bana itaat ederseniz benim Cennetimde kalırsınız. Eğer bana verdiğiniz sözü terk ederseniz Cennetten çıkarır, ateşle azâb ederim.

Adem (A.S.) bunun üzerine:

— Ey Rabbim! Ahdini ve emânetini kabul ettim, dedi.

Hak Teâla:

— Eğer bu ağaca yaklaşırsanız, zâlim olursunuz, buyurdu.

Eb’ul-Leys İbni Abbâs (R.A.)’dan şu rivâyeti nakleder:

— O zaman İblîs, Adem (A.S.)’ın, Allahtan bu şekil[1]de yücelik bulduğunu görünce hased elti. Cennetten çıkarmak istedi. Yılan suretine girip Cennetin kapısına geldi ve ağladı. Adem (A.S.) ve Havvâ Şeytanı tanımadılar ve:

— Neden ağlıyorsun? dediler.

Şeytan:

— Sizin için ağlıyorum, birbirinize hasret kalacaksınız. Fakat, size tavsiye ederim ki, bu ağaçtan yerseniz Cennette ebedî kalırsınız, dedi:

Havvâ bu söze mağrur oldu. Oradan gitti, Adem (A.S.)’ın yanına geldi ve:

 Bu ağaçtan yiyelim ve Cennette ebedî kalalım, dedi.

Adem (A.S.):

— Hak Teâla bizi bu ağaçtan men etti, dedi.

Havvâ bin türlü nâz ve lütuf ile:

— Beni seversen bu ağaçtan yiyelim ve Cennete ebedî kalalım, dedi.

Adem (A.S.):

— Ey Havvâ! Böyle yapma! Ben Allah’ın hışmından korkarım, dedi.

Hz. Havva:

— Allah’ın rahmeti çoktur deyip o ağaçtan bir yemiş aldı, yedi ve:

— Ey Adem! Ben yedim, bir şey olmadı, dedi. Zira,o meyveyi yemekle Havva’ya bir hâl olmadı. Çünki Havvâ başkasına uyan, Ademin himâyesinde bulunan kimse, Adem ise kendine uyulan, Havvâ’nın kendisine uyduğu kimse idi. Madem ki uyulan Adem’de bir hal yoktur, uyan Havvâ da da bir hal olmaz. Bunun aksi de böyledir. Ondan sonra Havvâ bir yemiş alıp Adem’e verdi.

Ne zaman ki Adem (A.S.) o meyveden yedi, giydiği güzel elbiseler arkasından düştü, çıplak kaldı. Adem (A.S.) utancından kaçıp gizlendi.

Allah Teâla:

— Ey Adem! Benden mi kaçıyorsun? buyurdu.

Bir incir ağacından yaprak alıp kendini örttü.

Saîyd bin Müseyyeb dedi ki:

— Adem (A.S.) o ağaçtan yemeyeceğim diye Cenab-ı Hak’la ahd etmişti. Halbuki aklı vardı. Peki, niçin yedi? Cevâbı şudur:

— Havvâ çeşitli yollarla sarhoş etmişti. Bundan dolayı ahdi unutup o meyveden yedi.

Bagavî tefsirinde, nakledildiğine göre Muhammed bin Kays şöyle demiştir:

— Hak Teâla Adem (A.S.)’a: Benim yasak ettiğimi niçin yedin? diye buyurdu.

Adem (A.S.):

— Havvâ yedirdi, dedi.

Hak Teâla Havvâ’ya:

— Niçin yedirdin? buyurdu.

Havvâ:

— Bana yılan. «Ye!» dedi, yedim diye cevap verdi.

Hak Teâla yılana:

— Niçin yedirdin? buyurdu.

Yılan:

— Bana İblis öğretti, dedi.

Hak Teâla Havva’ya:

— Ayda bir kerre kan gör! buyurdu.

Yılanın ayakları vardı ve kendi de deve gibi idi.

Hak Teâla yılana.

 Ayaklarını kestim, bundan sonra sen yüzün üzerine yürü! buyurdu.

Ondan sonra da İblîs’e:

— Bunları sen azıttığın için melun ol, sana lânet olsun! buyurdu.

Hak Teâla bundan sonra yine Adem’e:

— Ey Adem! Ben seni şükredesin diye yarattım. Sen ise nimetlerimi inkâr eden bir kul olmak istersin, buyurdu.

Adem (A.S.):

— Ey Allahım! Beni toprak et, tek azâb etme! diye yalvardı.

Hak Teâla da:

— Ben seni niçin toprak edeyim? Cennet ve Cehennemi senin çocuklarınla, senden türeyecek insanlarla dolduracağım, buyurdu.

Adem bu sözü işitince, sevinip sustu.

Ondan sonra Hak Teâla, Adem (A.S.)’ı Serendip dağına indirdi ve şunları ona verdi:

1) Allah onu yeryüzüne indirdi.

2) Onu sıkıntıya düşürdü.

3) Rengini değiştirdi.

4 ) Komşuluktan uzaklaştırdı.

5) Hz. Havva’yı ondan ayırdı.

6) Adem (A.S.) ile İblîs arasında tekrar düşmanlık meydana geldi.

7) Allah’ın nehyini çiğnedi.

8) İblîs’i Adem (A.S.)’ın oğullarına havale etti, gönderdi.

9) Dünyayı Adem oğullarına zindân kıldı.

10) Adem (A.S.)ı Cennet havasından mahrûm bıraktı.

Ondan sonra Hak Teâla Havva’ya:

— Ey Havvâ! Nasılsın? diye buyurdu.

Havva da:

— Ey Rabbim! Benim zînetlerim ve elbiselerim gitti, dedi.

Hak Teâla:

— Bu elbiseleri senden kim giderdi? buyurdu.

Hz. Havvâ:

— Ettiğim hata giderdi. Beni düşmanım İblis kandırıp aldattı. Sana and içti, ben de aldandım, dedi.

Hak Teâla hazretleri:

— Ey Havvâ, seni şu on beş şeye müptelâ ettim, buyurdu:

1) Hayız görmek.

2) Karnında çocuk taşımak.

3) Çocuk doğurmak,

4) Din noksanlığı,

5) Akıl noksanlığı,

6) İddet (belirli bekleme zamanı) bitmeyince evlenmemek.

7) Mirâs noksanlığı.

8) Erkeğin emrinde ve hükmü altında olmak.

9) Talak (boşanma) senin elinde olmamak.

10) Harbe gitmemek.

11) Kadından Peygamber olmamak.

12) Halîfe ve Sultan (Devlet Reisi) olmamak.

13) Erkeklerinden izinsiz üç günlük yere gitmemek.

14) Bütün Cemaat kadın olsa Cuma namazı kılmamak.

15) Genç kadınlara erkekler selâm vermemek.

Şimdi ey Havvâ! Cennetten çık! Sana: aklı, dinî,mirası ve tanıklığı eksik kıldım.

Havvâ:

— Ey Rabbim! Cennetten nasıl çıkayım? Bütün yücelikleri benden giderdin! dedi.

Hak Teâla.

— Cennetten çık! Senin neslinden nice Peygamberler, Velîler ve Şehitler gelecek ki, Cenneti onlarla dolduracağım, buyurdu.

Ne zaman ki Adem (A S.) Cennetten çıktı, Cebrâil (A.S.)Adem’i Serendib’e; Havvâ’yı da Cidde’ye indirdi.

Melekler Adem (A.S.)’ı gördüler. Çıplak dolaşırdı.

Onu esirgediler ve:

— Ey Rabbim! Ademi utandırma! dediler. Adem (A.S.) Cennetten çıktıktan sonra ellerini başının üzerine koyup gözlerinden akan yaş yanaklarından akardı. Bazı melekler Adem (A.S.)’ı kınadılar. Hak Teâlanın (A.S.)’a verdiği nimetlerden ve ahdinden bahsettiler.

Adem (A.S.):

— Allah’ın takdiri böyle idi ki beni yere indirdi, dedi,

Hak Teâla Adem (A.S.) a:

— Ben şöyle takdir ettim ki, tövbe olmayınca asîleri kabul etmem. Seni topraktan yarattım. Hiç bir melek, şekil ve mükemmellikte sana benzemez. Ruhumdan sana ruh üfledim. Melekleri sana secde ettirdim. Havvâyı sana verdim. Sana bütün isimleri öğrettim. Meleklerime seni hatip kıldım, Nihâyet sen benim ahdimi unuttun ve Şeytana uydun, buyurdu.

Adem (A.S.):

— Ey Rabbim! Bu nimetlerin hepsini sen verdin. Ben senin şükründen ve verdiklerini dile getirmekten acizim. Ey Rabbim! Beni Muhammed muhabbeti için esirge. Zira bütün mevcudatı onun için yarattın, dedi.

Hak Teâla:

— Ey Adem! Muhammed kimdir? Sen ne bilirsin? buyurdu.

Adem (A.S ):

— Cennetin her yerinde: (Lâilâhe illellâh Muhammedün Rasûlûllâh) kelimesinin yazılmış olduğunu gördüm. Onun ismini Arşda ve Levh-i Mahfuzda yazılı gördüm. Bunlardan anladım ki, sana ondan daha sevgili kul yoktur, dedi.

Hak Teâla:

— Ey Adem! Eğer (Besmele) ile başlarsan, mescidleri sana mesken kıldım. Yiyeceklerimi sana helâl kıldım. Yeryüzünde senin için sular akıttım. Ye, iç! Benim zikrimle meşgul ol! buyurdu.

Adem (A.S.):

— Ey Rabbim! Fazlalaştır, dedi.

Hak Teâla:

– Bir hayırına on veririm. Bir şerrine de bir yazarım buyurdu.

Adem (A.S.):

— Ey Rabbim! Fazlalaştır, dedi.

Hak Teâla.

— Tövbeni kabul ettim, buyurdu.

Adem (A.S.):

— Ey Rabbim! Fazlalaştır, dedi.

Hak Teâla:

— Seni ve çocuklarını yarlığarım, buyurdu.

Adem (A.S.):

— Ey Rabbim! İşim tamam oldu dedi.

Ondan sonra İblis (Lanet olsun):

— Ey Rabbim! Böyle olmak senin ilminde vardı. Şimdi bana da kıyamete kadar fırsat ver, dedi.

Hak Teâla:

— Emân (fırsat) verdim. Ne gerekse işle! buyurdu.

İblis:

— Ey Rabbim! Beni yeryüzüne indiriyorsun. Hani bana mesken? dedi.

Hak Teâla:

— Mezbelelikleri sana mesken kıldım, buyurdu.

İblis:

– Ey Rabbim! Onlara Peygamberler ve kitaplar verdin. Bana da kitap gerek, dedi.

Hak Teâla:

— Boş ve lüzumsuz şiir ve hicivleri sana Kitap olarak verdim, buyurdu.

İblis:

— Hani benim Peygamberlerim? dedi.

Hak Teâla:

— Cadılar ve kâhinler senin peygamberlerindir, buyurdu.

İblis:

— Hani benim evim? dedi.

Hak Teâla:

— Hamam senin evindir, buyurdu.

İblîs:

— Hani benim müezzinlerim? dedi.

Hak Teâla.

— Saksağanlar sana müezzin olsunlar, buyurdu.

İblîs:

— Hani benim yiyeceğim? dedi.

Hak Teâla:

— Benim adımla başlanmayan taam senin yiyeceğin olsun, buyurdu.

İblis:

— Hani benim şarabım? dedi.

Allahü Teâla:

— Sarhoş eden her şey senin şarabın olsun, buyurdu.

İblis:

— Hani benim meclisim? dedi.

Hak Teâla:

— Sokaklar, çarşılar ve pazarlar senin meclisin olsun, buyurdu.

İblis:

— Ey Rabbim! Hani benim işaretim? dedi.

Hak Teâla:

— Benim lanetim ve gazabım senin üzerine olsun, buyurdu. Ve onu on şeye müptelâ kıldı:

1) Huzurundan kovdu.

2) Cennetten çıkardı.

3) Sûretini değiştirdi.

4) İsmini değiştirdi.

5) Câhillere imam kıldı.

6) Ona lânet etti.

7) Ma’rifetinden mahrum etti.

8) Tövbesini aslâ kabul etmedi.

9) Rahmetinden mahrum kıldı.

10) Cehennem halkının hâtibi yaptı.

Adem (A.S.):

— Ey Rabbim! İblîs’e kıyamete kadar fırsat verdin. Sana evlâtlarımı azdırmak için and verdi. Ben onun hilesinden emin olamam, dedi.

Hak Teâla:

— Ey Adem! Ben sana üç şey verdim ki, bütün âlem seni azdıramaz, buyurdu.

1) Benim için banâ ibâdet et ve bana şirk koşma.

2) İşlediğin her hayır için yerine on veririm. Eğer günah işlersen bir yerine bir yazarım. Eğer istiğfar edersen kabûl edip yarlığarım. Nitekim Hak Teâla buyurur:

— «İşte ben muhakkak yakınımdır. Bana duâ edince ben o duâ edenin dâvetine icâbet ederim…» (Bakara Suresi,  âyet:186.)

İblis Adem (A.S.)’ı gene kıskandı ve:

— Ey Rabbim! Öyle olunca ben onun çocuklarını nasıl aldatayım? dedi.

Hak Teâla:

— Damarlarında ve göğüslerinde yer bul ve dilediğin şekilde onları aldat, buyurdu.

İblîs:

— Ey Rabbim! Beni yere mi indiriyorsun? dedi.

Hak Teâla.

— Benden ümidini kesenleri Cehenneme indiririm, dedi ve:

— «Yemin ederim ki, onlardan kim sana uyarsa Cehennemi bütün sizden dolduracağım» buyurdu. (A’râf Sûresi, âyet: 18.)

Hz. Adem (A.S.):

— Ey Rabbim! Yılan benim düşmanıma yardım etti, ben onunla dünyâda ne ederim? dedi.

Hak Teâla:

— Ey Adem! Onun yerini yerin altı ve yiyeceğini toprak kıldım. Dışarda gördüğün zaman başını parçala! buyurdu.

Hak Teâla Tavûs’a da:

 Seni sularda eğleştirdim ve rızkını da yerden verdim, buyurdu.

Hz. Havvâ:

— Ey Rabbim! Beni eğri kemikten yarattın. Aklımı, dinimi, tanıklığımı ve mirasımı eksik kıldın. Senden dilerim ki, erenlere verdiğin sevâptan bana da ver, dedi.

Hak Teâla:

— Ey Havvâ! Hayayı, merhameti ve anlaşmayı sana verdim. Kızların çocuk doğururken ölseler, onlara şehitlik mertebesi verdim, buyurdu.

Ondan sonra Hak Teâla Ademi tövbe kapısından Hindistandaki Serendibe indirdi. Hz. Havva’yı Rahmet kapısından Ciddeye indirdi. İblîs’i de lânet kapısından çöllere bıraktı. Yılanı Azab kapısından çıkarıp çöllere bıraktı. Yılanı Azab kapısından çıkarıp İsfehân memleketine sürdü. Bunların Cennetten çıkması ikindi vaktinde oldu.

Hz. Adem ayağa kalktığı zaman başı göklere varırdı ve meleklerin zikrini işitirdi. Sonra sakalı çıktı. Önce genç oğlandı. Bundan sonra Adem (A.S.) meleklerin sesini işitmez oldu, son derece yalnızlık çekti ve:

— Ey Rabbim! Ne oldu ki, meleklerin sesini işitmez oldum? dedi.

Hak Teâla:

— Hatâ işledin, araya perde çekildi ve onların sesini duymaz oldun, buyurdu.

Müfessirler şöyle derler:

— Adem (A.S.) yeryüzüne indiği zaman Hak Teâla, göklere yere ve dağlara emânet arz etti: «Bu emâneti içindeki ile taşır mısınız? diye buyurdu.

Onlar:

— Ey Rabbîm! İçindeki nedir? dedi.

Hak Teâla:

— Eğer bana itaatli olursanız sevap bulursunuz ve eğer âsî olursanız azâb’a uğrarsınız, buyurdu.

Onlar:

Ey Rabbim! Biz sana itaatliyiz. Fakat bize ne sevâb ve ne de azab gerek dediler.

Allah’ın bunlara emaneti teklif etmesinden gaye imtihan etmektir. Ondan sonra Allah Teâla emâneti Adem (A.S.)’a teklif etti.

Bagavî, tefsirinde şöyle der:

— O emânet dört köşeli bir taş idi. Hak Teâla onu göklere, yere ve dağlara arz etti. Kimsenin gücü yetmedi. Fakat Adem (A.S.) kimse buyurmadan o taşı aldı ve getirdi. Yere koymak istedi. Allah Teâla hazretleri:

— Ey Adem! Yerinde dursun. Senin ve evlâdlarının Kıyamete kadar boynunda kalsın, buyurdu.

İmam Muhammed Şehristanî Tefsîr-i Kebîrinde,

Tevrât’dan şu nakilde bulundu:

İblîs (Allah’ın laneti üzerine olsun).

— Hak Teâla benim ve mahlûkatın ilâhıdır. Ve her şeye kadirdir.

Nitekim Hak Teâla şöyle buyurur:

— «(Fakat) Allah ne dilerse yaratır» (Âli İm ran Sûresi, ayet: 47.)

— «O, yapacağından mes’ûl olmaz, fakat onlar mes’ûl olurlar» (Enbiyâ Sûresi, âyet: 23.)

Fakat hikmet iktizasınca benden Hak Teâla tarafına yedi suâl yönelmiştir:

1) Hak Teâla her şeyi bilir. Benden ne geleceğini bilirdi. Öyle ise beni niçin yarattı ve yaratmaktan hikmeti nedir?

2) Ezelî ilminde nasıl ise beni öyle yarattı ve bana kendini tanımayı ve itaat etmeyi teklif etti. İbâdet edersen faydan yok, isyan edersem zararı yok olduğuna göre, bana teklifindeki hikmet nedir?

3) Bana ibâdeti teklif etti, Adem (A.S.)’a secde etmemi emretti. Niçin benim ibâdetimi çoğaltmadı ki, Adem (A.S.)’a secde edeyim?

4) Beni, sözümle lânet etti. Ben: «Senden başkasına secde etmem» dedim. Beni bu sözümden dolayı red etmesindeki hikmet nedir?

5) Bana lanet ettiği halde beni niçin Adem ile Cennette buluşturdu? Ben onu mağrur ettim, o da o yasak ağacın meyvesinden yedi. Eğer beni Cennetten men etse idi Adem Cennette ebedi kalırdı. Bundan hikmet nedir?

6) Beni Adem ile düşman etti. Niçin oğullarına da musallat etti. Eğer onları ibâdet ve mağfiret üzerine yaratsa idi iyi olmaz mı idi. Bundaki hikmet nedir?

7) Hak Teâla bunların hepsini kendi takdiri ile işledi ve:

— Bana kıyamete kadar fırsat ver, halkı kötülüğe ve fitneye götüreyim dedim, bana imkân verdi. Eğer beni ortadan kaldırsa idi bütün âlem hayır üzerine olurdu. Bundan hikmet nedir?Hak Teâla meleklere şöyle buyurdu:

— Gidin İblis’e: «Senin söylediğin şey Hakka teslim olmadığın için oldu, diye söyleyin» Ben onun ve bütün mahlûkatın Hâlikiyim. Bana karşı böyle mi davranır? Bana hükmetmek ve emrime itiraz etmek küfürdür.

Hz. Vehb bin Münebbih (R.A.) şöyle der:

— Hak Teâla Adem’i yaratınca onu yeryüzüne indirdi. Adem (A.S.) mahzun olup ağlardı. Hak Teâla:

— Ey Adem! Niçin ağlarsın? buyurdu.

Adem (A.S.):

— Hatam beni kapladı. İsyanım büyüktür. Saadet evinden meşakkat evine, Rahmet evinden mihnet evine, karar evinden zevâl evine ve Beka evinden fenâ evine geldim. Hatam için neden ağlamayayım? dedi.

Hak Teâla:

— Ey Adem! Ben seni kendim için seçtim. Cenneti sana helâl kıldım. Ruhumu sana üfledim. Meleklerimi sana secde ettirdim. Benim emrime âsî oldun. Ahdimi unuttun. Şanım hakkı için, eğer bütün yeryüzü insanla dolu olsa ve bana ibâdet etseler, sonra da bana âsî olsalar, hepsini asî olanların seviyesine indiririm, buyurdu.

Adem (A.S.) bunu işitince üç yüz yıl ağladı.

İbni Abbâs (R.A.) şöyle demiştir:

— Adem (A.S.) ve Hz. Havvâ, Cennetten çıktıktan sonra kırk yıl bir şey yemediler. Hayalarından göklere dahi bakmadılar. Eğer bütün âlemlerdeki göz yaşlarını toplasalar, Davûd Peygamberin göz yaşı ondan çok olurdu. O hatasından dolayı ağlamıştı. Davûd Peygamberin göz yaşı ile bütün halkın göz yaşlarını toplasalar, Adem (A.S.)’ın göz yaşı fazla olurdu.

Nakledildiğine göre Adem (A.S.) Cennetten çıktıktan sonra karnı acıktı. Cebrâil (A.S.) Cennetten buğday getirdi ve Ademe ekip biçmesini öğretti. Adem (A.S.) onu öküz, ile ekti. Buğday bitti ve olgunlaştı. Adem onu öğütüp eledi. Kepeğinden arpa bitti. Bir fırın yaptı. On[1]da pişirdi ve yediler. Ondan sonra su istedi. Cebrâil (A.S.):

— Adem! Yeri kaz! dedi. Kazdı. Su çıktı, içtiler. Adem (A.S.) yorulduğunu anladı. Hak Teâla bir melek gönderdi. O melek Adem ile Havvâ’nın su yolunu deldi. Daha önce yiyecek çıkarılacak bir yer yoktu. Evvelâ öküzün gözünden darı bitti. Öküz kaşındı nohut bitti. Kurusundan mercimek bitti.

Nakledildiğine göre bir gün Adem ile İblîs yeryüzünde buluştular. İblis Adem (A.S.)’a sitem etti.

Adem (A.S.):

— Ey mel’un! Beni mağrur ettin, o ağaçtan yedim. Beni cennetten çıkardın. Ben ne yaptımsa senin sözünle yaptım, dedi.

İblîs ağladı ve:

— Ey Adem! Sana bu işi ben yaptım ve bu yere seni ben getirdim. Peki bana kim yaptı? dedi.

…….

Kaynak : Envâru’l-Âşıkîn (Âşıkların Nurları)

Önce Kendine Bak!