İnce Sözler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İnce Sözler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mayıs 2025 Cuma

Saliha Hanımlar

Cenab-ı Hak, tüm canlıları olduğu gibi insanoğlunu da erkek ve kadın olmak üzere iki ayrı cins olarak yaratmış, fakat bunları bir bedenin azaları gibi birbirinin tamamlayıcısı kılmıştır. Azaların farklı işleri yapmakla vazifeli olmaları birisinin diğerinden daha az ehemmiyetli olmasını icap ettirmez. Sadece aralarında Mevla’mız tarafından tespit edilen vazife ve sorumluluk farkları vardır. Üstünlük ise takva iledir.

Kur’an-ı Kerim bu yüce hakikati, şu veciz üslubu ile beyan eder:

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”[1]

Erkeklerden Allah dostları, yani evliyâullah olduğu gibi kadınlardan da Allah dostları vardır. Allah dostları Kur’an-ı Kerim’de şöyle tarif edilmektedir:

“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar ki Allaha iyman etmişlerdir ve hep takvâ ile korunur dururlar.”[2]

Dikkat edilirse burada iman ve takvaya vurgu yapılmış, fakat Allah’a yakınlık hususunda cinsler arasında bir ayırım yapılmamıştır. Şu kadar var ki velilerin dereceleri, takvalarının mertebelerine göre farklılık arzeder.

Allah-ü Zülcelal Hazretleri saliha kadınları methederken şöyle buyurur: “Saliha kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar.”[3]

Müfessirler bu Ayet-i Kerime’yi tefsir ederken şöyle demişlerdir: “Saliha kadınlar; dini doğru yaşayıp hayır yapanlardır ki onlar, Allah’a ve eşlerine itaat ederler. Eşleri yanlarında olmadıkları zamanda da namuslarını, eşlerinin mallarını ve üzerlerine vacip olan Allah’ın hukukunu korurlar. Allah da onları korur. O halde siz de o hanımlara iyi muamele edin.”[4]

Ehl-i Sünnet inancına göre kadınlardan peygamber gelmemiştir, fakat evliya gelmiştir. Bunların varlığı Kur’an-ı Kerim ayetleri ve Hadis-i Şeriflerle sabittir.

Mesela Fir’avn’ın hanımı Asiye validemiz ile İsa aleyhisselam’ın annesi Hz. Meryem bunlardandır.

Bu meyanda âlemlerin Efendisine ilk iman eden, hak davasında onu yalnız bırakmayan, tüm servetini Allah’ın Rasulü ve yüce İslam Dini uğrunda harcamaktan çekinmeyen Hz. Hatice validemizi; Peygamber Efendimiz’in neslinin kendisi vasıtasıyla devam edegeldiği muhtereme kızı Fatıma validemizi; takvası, ilmi dirayeti, iffeti ve zühdü, yani dünyaya rağbet etmemesi ile bilinen, aynı zamanda Kur’an ayetleri ile tezkiye edilen Hz. Aişe validemizi ve Peygamber Efendimiz’in diğer zevcelerini hatıra getirmemek mümkün müdür?

İslam tarihi; asr-ı saadetten sonra da Râbiat’ül-Adeviyye, Seyyidet Nefise, Halife Harun Reşid’in hanımı Zübeyde Hatun gibi bilinen ve bilinmeyen nice saliha hanımlara şahitlik etmiştir.

Yakın tarihimize ışık saçan nice Allah dostu saliha hanımlar vardır ki bunlar, köşelerinde ibadetle meşgul olmakla kalmamışlar, İslami ilimleri öğreterek irşat ettikleri nice hanım talebelerle neslin ıslahına vesile olmuşlardır. “Cennet annelerin ayakların altındadır.”[5] Hadis-i Şerif’inin sırrına mazhar olan bu değerlere her zaman dua ve minnet borcumuz vardır.

 

[1] Hucurat, 13

[2] Yunus, 62-63

[3] Nisa, 34

[4] Taberi Tefsiri, Nisa Suresi, 34

[5] Nesâî, Cihad, 6

12 Mart 2025 Çarşamba

Üçüncü Fayda Sağlamaz

Bir gün Ebû Zer (radıyallâhü anh), Ka’be-i Muazzama’nın yanında durarak: “Dikkat edin! Beni bilen bilir, bilmeyen de bilsin ki ben Cündüb bin Cünâde el-Ğıfârî Ebû Zerr’im. Size nasîhat eden ve sizlere karşı çok şefkatli olan kardeşinizin yanına geliniz.” dedi.

Bunun üzerine insanlar, etrafında toplandılar. Ebû Zer (radıyallâhü anh) onlara: “Sizden biriniz dünyada bir yolculuğa çıkacağı zaman bunun için muhakkak azığını hazırlar. Peki, âhiret yolculuğuna çıkacak kişi azıksız nasıl yola çıkar?” dedi. Etrafındakiler: “Bizim âhiret yolculuğundaki azığımız nedir, ey Ebû Zer?” diye sorunca şöyle buyurdular:

“Kabir yalnızlığından kurtulmak için geceleri iki rekât -olsun- namaz kılmak, mahşer gününün şiddetinden kurtulmak için çok sıcak günlerde oruç tutmak, o çetin günün azâbından kurtulmak ümidi ile miskinlere sadaka vermek, başınıza gelecek dünyâ ve âhiretin büyük musîbetlerinden kurtulmak için haccetmektir.

Dünya hayatını ikiye ayırın: Birisi rızkınızı kazanmak için, ikincisi de âhiretinizi kazanmak için. Bunların dışında üçüncü bir hayat fayda sağlamaz, ancak zarar verir.

Konuşmanızı da ikiye ayırın: Birincisi dünya işlerinizde size faydalı olanı konuşmalı, ikincisi de âhiret işlerinizde ebedî olarak faydasını görecek olduğunuz şeyleri konuşmalıdır. Bunların dışında üçüncü bir konuşma bir fayda sağlamaz, ancak zarar verir.

Malınızı da ikiye ayırın: Birincisi ailenize harcayacağınız, ikincisi de kendiniz (âhiretiniz)  için harcayacağınız. Bunların dışında üçüncü bir harcama bir fayda sağlamaz, ancak zarar verir.”

Bunları söyledikten sonra Ebû Zer (r.a.) derin bir âh çekerek: “Henüz ulaşmadığım günün tasası beni kahretti, perişan etti.” buyurunca “O nedir?” dediler. Cevaben: “Benim dünyalık istek ve arzularım, ecelimi hatırlamamın önüne geçti de beni amel işlemekten geri koydu.” buyurdu. (Tenbîhü’l-Gâfilîn)

1 Mart 2025 Cumartesi

Yanlış Merhamet

Çocuklarımızı yetiştirirken dikkat etmemiz gereken bazı önemli hususlar vardır. Bunları belirlemek için çoğu zaman geçmiş hayatlardan ibret almak gerekir. Bu ibretlerden biri de, kendisi çok sayıda hikaye yazmış, ancak yazdığı hikayelerden daha etkili bir hayat hikayesine sahip olan Kemalettin Tuğcu’nun hayatıdır. Kemalettin Tuğcu, Türk edebiyatında önemli bir yere sahip yazarlardan biridir. Yazdığı yüzlerce hikaye, geçmişte olduğu gibi günümüzde de ilgiyle okunmaktadır.

Hikayeleri, kendi ifadesiyle, acı ve hüzün doludur. Kendisine neden bu kadar hüzünlü hikayeler yazdığı sorulduğunda, “Ben, acı dolu bir hayat yaşadım. Üzüntümü, acımı hafifletebilmek için yazdım, maksadım, insanları üzmek değildi,” der. Merhamet, insanın en kıymetli erdemlerinden biridir. Ancak yanlış kullanıldığında, çocuklarımızın gelişimini olumsuz etkileyebilir. İşte bunun en çarpıcı örneklerinden biri, Kemalettin Tuğcu’nun hikayesidir.

Çocuk yetiştirme konusunda ibret almamız gereken bu hikayeyi kendi ağzından dinleyelim:

Ben dünyaya geldiğimde ayaklarım sakat olarak doğmuşum. Her iki ayağım da içe doğru büküktü. Bu hâlimi gören annem ve babam çok üzülmüş, tedavi ettirmek için çareler aramaya başlamışlar. Şahnazal isimli meşhur bir çıkıkçı varmış. Babam hemen onu bulup getirmiş. Şahnazal, ayaklarıma bakıp, “Ben bu çocuğun ayaklarını düzeltebilirim ama bilin ki canı çok yanacak, çok ağlayacak fakat siz dayanacaksınız. Eğer dayanamazsanız, çocuğunuz sakat kalır,” demiş.

Annem ve babam söz vermişler: “Tamam, dayanacağız. Yeter ki yavrumuzun ayakları düzelsin.

Şahnazal, ayaklarımı bükmüş, düzeltmiş ve tahta parçaları ile sarmış. Tabii, bu işlem sırasında canım çok yanmış ve çığlık çığlığa ağlamışım. Şahnazal, “Ağlamasına aldırmayacaksınız, dayanacaksınız. En az yirmi gün ağlayacak ama bu sargıları iki ay boyunca açmayacaksınız. Eğer ağlamasına dayanamayıp sargıları çözerseniz, çocuğu sakat bırakırsınız,” demiş.

Ancak, annem ve babam feryatlarıma dayanamayarak maalesef bir ayağımın sargısını annem, diğerinin sargısını babam açmış. Sonuç olarak, ayaklarım eski hâline, yani sakat hâline dönmüş.

İşte, annem ve babamın yanlış merhameti yüzünden bir ömür boyunca sakat kaldım. Bu gereksiz merhamet nedeniyle ne yürüyebildim ne koşabildim. Ne bir arkadaşım oldu ne de eğlenebildim. Acı, ıstırap dolu bir hayatım oldu. Köşelere çekilip günlerce ağlardım. Dışarıya bakar, koşup oynayan çocukları görür, heveslenirdim. Sonra sakat hâlimi hatırlayıp tekrar acılara gömülürdüm. Eğer annem ve babam, o vakit, bu yanlış merhameti göstermeseydi, biraz sabretselerdi, belki de sakat olmayacaktım. Ben de çıkıp oynayabilecek, koşabilecektim.

Bir nebze olsun bu ıstırabımı dindirebilmek için kendimi yazıya verdim. Sürekli yazdım. Yazdıklarım, kendi hayatımı, kendi üzüntülerimi yansıttı. Benim hikayelerimi okuyanlar da hüzünlendi, üzüldü. Dedim ya, maksadım insanları üzmek değildi. Ben, kendi yaşadığım acıyı, ıstırabı hafifletmek için yazdım.

Bu hikaye, ebeveynler için büyük bir ders niteliğindedir. Bazen anne ve babalar, çocuklarına karşı gereksiz bir merhamet gösterirler. Ancak bu tür yanlış merhamet, çocuklarının ileride eksik yetişmesine ya da zor bir hayat sürmesine sebep olabilir. Çocuklarımızın eğitiminde sıkça duyduğumuz şu cümlelere dikkat edelim:

• “Oğlum/kızım, sen nasıl istiyorsan öyle olsun.

• “Senin fikrin çok önemli, canın ne istiyorsa onu yap.”

• “Sen yeter ki üzülme, ben senin her istediğini yaparım.”

• “Oğlum/kızım, sen ne istersen ben de onu tercih ederim.

Bu tür ifadeler, çocuğun kendini yönetmesini ve doğruyu yanlıştan ayırt etmesini zorlaştırabilir. Çocuklarımız, kendileri için iyi olanı her zaman bilemezler. Onları eğitmek ve kötülüklerden korumak, biz ebeveynlerin sorumluluğudur. Özellikle, yanlış merhamet göstererek onlara zarar vermemeliyiz. Kemalettin Tuğcu’nun feryat ettiği gibi, bazen çocuklarımız da feryat eder. Ancak, onların feryat ettikleri şey belki de bir iyileşme sürecidir. Biz ebeveynler olarak bunu fark edip sabırlı olmalıyız.

Nasıl ki hastalandıklarında iğne vurulmaları gerektiğinde kolunu veya bacağını tutarak iğne yaptırıyorsak, eğitimlerinde de aynı kararlılığı göstermeliyiz. Aksi hâlde, çocuklarımız, birçok manevi mevzuda eksik yetişebilir ve bu eksiklikler, ileride biz ebeveynlere üzüntü kaynağı olabilir.

Eğitim, çocuğun kendisine bırakılamaz

Zaman zaman çocuklar, eğitim süreçlerinde zorlanacaklardır. Ancak zorlanmadan gelişmek mümkün değildir. Eğer bir işte zorlanıyorlarsa, bu, onların geliştiğinin işaretidir. Özellikle manevi eğitimlerinde gerekli hassasiyeti göstermeyebilirler, zorlanabilirler. İşte bu noktada, onları, gereksiz olan merhametimizden korumalıyız. Zorlanmaları gerekiyorsa zorlanmalılar.

Çocuklarımızın dünya hayatlarını düşündüğümüz kadar, hatta daha fazlasını, manevi hayatlarını düşünerek hareket etmeliyiz. Onların manevi gelişimlerini sekteye uğratacak bir merhamet anlayışından kaçınmalıyız.

Büyüdüklerinde her türlü makama, mevkie gelebilirler, her konuda başarılı da olabilirler. Ama önemli olan huzurlu, mutlu ve ahlâklı bir hayat yaşamaktır. Merhamet, sevgiyle birlikte sabrı da içermelidir. Çocuklarımızın iyi yetişebilmesi için bizler, onların geleceğini düşünerek hareket etmeliyiz.

Kemalettin Tuğcu da çok tanınan bir yazar olmuştu, ancak hayatı ızdırapla geçmişti. Bu nedenle, çocuklarımızın eğitiminde sadece maddi gelişimlerini değil, bilhassa manevi gelişimlerini de gözetmeliyiz. Önceliğimiz, ahlâklı, değer sahibi ve huzurlu nesiller yetiştirmek olmalıdır.

Lütfi Salih Pamuk

Kaynak: İnsan ve Hayat

16 Şubat 2025 Pazar

Deveye Sormuşlar

 

İnsanoğlunun ilk defa aynada kendi suretini görmeye başladığı ve merakın henüz taze olduğu asırlardı. Büyük Sahra’nın uçsuz bucaksız kum denizinin ortasında, kervan usul usul yol alırken, kervancıbaşı göz kamaştırıcı bir şey fark etti. Kumların arasında yarıya kadar gömülmüş, rüzgarlarının izlerini üzerinde taşıyan büyükçe bir ayna duruyordu. Bu öyle bir aynaydı ki, bir devenin heybetli gövdesini, uzun boynunu ve koca kamburunu bile eksiksiz gösterebilecek kadar geniş ve ihtişamlıydı.

Kervan ahalisi, bu beklenmedik keşfi hayretle karşıladı. Aynayı kervanın en görkemli devesinin sırtına dikkatle yüklediler. Çölün yakıcı güneşi yavaş yavaş alçaldı, kumlar serin bir esintiyle yumuşamaya başladı. Nihayet akşam olduğunda, kervan mola verdi. Yorucu yolculuğun ardından yükler birer birer indirildi, devenin sırtındaki ayna da büyük bir itina ile yere kondu. 

Derken, meraklı kervan ahalisinin aklına bir fikir geliverdi: “Şu aynayı bir de devenin gözü önüne koyalım.” Herkes bir araya gelip büyük bir merak ve heyecanla bekleşirken, aynayı devenin karşısına yerleştirdiler. Kumların üstüne serilmiş bu aynanın önünde, deveye sorulacak çok şey ve cevabını merak ettikleri pek çok sual vardı.

***

Deveye sormuşlar: “Aynada kendine bakınca ne hissedersin?” Deve aynanın karşısına geçip gözlerini hafifçe kısmış, aynadaki suretine biraz daha yaklaşarak, sanki bir şeyler arıyormuş gibi bakmış. “Aynada gördüğümden fazlasını bulamam,” demiş. “Çünkü ayna, yalnızca sureti yansıtır; içimdeki hakikat ise bir ayna ile izhar edilemez. Herkes kendi suretini seyretmekle meşgulken, asıl hakikati görmekten acizdir.”

Deveye sormuşlar: “Ağzına dikenler batmaz mı senin?” Deve gözlerini mahmurca kapayıp, başını ağır ağır sağa doğru eğmiş, koca dudaklarını bir hışımla birbirine sürtüp derin bir nefes vermiş. “Elbette batar,” demiş. “Amma velâkin bizler ezelden beri sabrın ve tahammülün timsali sayılırız. Âşiyane bilmediğimiz bu çöl ikliminde, diken bile nimet addedilir. Bizim nasibimize diken düşmüş; lakin ağzımız da ona göre yaratılmıştır.”

Deveye sormuşlar: “Ya inişi mi seversin, yokuşu mu?” Deve bu sual karşısında önce az biraz duraksamış, sonra da uzun boynunu semaya doğru uzatıp aniden nazarlarını insanlara çevirmiş: “Düze kıran mı girdi?” diye söze başlamış. “Benim gibi kambur görünen bir hayvan için, iniş de yokuş da yekpare bir mihnet faslıdır. Amma velâkin insanı hakikatle buluşturan da bu meşakkatli yollardır. Her bir çıkışın ardında gizli bir iniş, her bir inişin ardında ise görünmez bir çıkış vardır. Yine de siz düz yoldan şaşmayın!”

Deveye sormuşlar: “Peki, bu kambur gibi görünen şeyi taşımak zor gelmez mi sana?” Deve, sükûnetle aynanın önüne yürüyüp suretini uzun uzun seyretmiş; o koca sırtındaki kamburu sağa sola kıpırdatarak, dudaklarında beliren bir gülümseme ile: “Kamburdan ne gam!” demiş. “Sırtımdaki şekilden ötürü bana atfedilen bu “kambur” ise pekâlâ taşıyabileceğim bir yüktür. Kambur dışarıda olursa mesele değildir.

Zira asıl yük, insanın içindeki kamburdur; onu ne sırtında taşır ne de aynada görebilir. Gönlündekini taşımak daha da meşakkatlidir.”

Deveye sormuşlar: “Niçin boynun eğri?” Deve bu sual karşısında ağır aksak başını dikleştirip, çehresinde bir asudelik belirmiş halde: “Başım dik olsa dahi, gönlüm hep tevazuda olmalıdır,” demiş. İnsanın ömrü türlü mihnetlerle imtihan olur. Hayatın yükünü taşıyanlar başını hep dik tutmak için uğraşır; amma eninde sonunda bu hayat, insana baş eğdirir.

Bu nedenle başımın dik olup olmaması mühim değildir; asıl olan, boynumu eğdiğimde de başımda gururun yer etmemesidir.”

Deveye sormuşlar: “Hep yük taşıyorsun, bu kadar zahmete değer mi?”

Deve derin bir nefes alıp, ufka doğru bakarken hafif bir iç geçirerek: “Deve yüküyle maruftur; zira yükünü sırtlanıp uzun yol yürüyendir. Amma bu yük, sadece sırtımdakinden ibaret değildir. 

Her bir adımda içimde taşıdıklarımı da yüklenirim. Buranın yükünü hafifletmek gayreti her birimizdedir; kimisi sırtında yükü taşır, kimisinin kendisi yük olur kendisini taşıttırır.”

Deveye sormuşlar: “Neden hendek atlatmak deveye zor gelir?” Deve, bu suali işitince dudaklarını büzüp başını bir o yana bir bu yana sallamış, sonra da sakin bir edayla cevap vermiş: “Efendim, bizim fıtratımızda heybet vardır. Hendek dediğin, cüssesi ufakların işidir; lakin biz hem azametli hem de ağırbaşlıyız. Böyle iri cüsseli bir varlığa, ‘atla, zıpla’ derseniz elbette müşkülat çıkar. Biz, geniş ve uzun yollara talibiz. Hem şu var ki, hendeği atlarken tökezlersek, düşmek de büyük olur, neticede zararı büyüktür. En iyisi biz dümdüz yolları yürüyelim, hendekler başka iştahlı mahluklara kalsın.”

***

Gece yarısı, yıldızların altında sorular azalırken deve, aynadaki yansımasına derin bir tefekkürle bakıyordu. Sabaha karşı, çölün serin rüzgârı eşliğinde, kervan yeniden yola koyuldu. Deve, emin adımlarla başını kaldırarak yürürken, sanki aynadaki sureti ona yeni bir idrak kazandırmıştı. Ve o günden sonra, çölün efsaneleri arasına devenin aynayla buluşması da dâhil edildi. “Devenin aynadaki hikmeti,” dediler, “belki de her can, kendi aynasında hakikati görmeye çalışmalıdır.” Çöl ise, bu bilgece sohbetin akislerini kumlar arasında muhafaza etmeye devam etti; develerin derin sükûnet içinde yürüyüşleri gibi...

Ümit Yüksel

15 Şubat 2025 Cumartesi

Tevekkül Böyle mi Olur?

 

Büyük velilerden Şakik Belhi (VIII. yyıl) bir kıtlık senesinde, herkesin kara kara düşündüğü bir ortamda, zengin bir adamın kölesinin şakır şakır oynadığına şahit oldu. Yanına yaklaştı ve sordu:

– Herkes kıtlıkla, açlıkla karşı karşıya olmaktan inler dururken sen neye güvenerek böyle oynayabiliyorsun? Köle cevap verdi:

– Herkesten bana ne? Benim için bir tehlike söz konusu değil. Benim efendimin 7-8 tane köyü var, her ihtiyacımız o köylerden sağlanıyor.

Bu açıklama Şakik’i adeta bir şamar gibi sarstı. Çünkü kendisi de kıtlıktan dolayı endişe içindeydi. Ama köle onu uyandırdı ve kendi kendine şöyle dedi:

– Hey Şakik kendine gel! Şu köle nihayet bir insanTevekkül Böyle mi Olur? olan efendisine bunca güveniyor, kendini emniyet içinde hissediyor. Sen ki bütün canlıların rızkını garanti eden Allah’a inanıyor, tevekkül ediyorsun, Bu nice tevekküldür ki rızık endişesi içindesin?

Kaynak: https://kitap.ihya.org/kissadan-hisseler/konu-1564.htm

Kurt Hangi Kadının Çocuğunu Götürmüş?



25 Ocak 2025 Cumartesi

HAZRET-İ ALİ RADIYALLÂHÜ ANH’TEN HİKMETLER


 İnsanın sözü, kalbinde olanı haber verir.

Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenin, zira o, kalplerin baharıdır (kalpler onunla canlanır).

İlim gibi izzet ve şeref yoktur. Cehalet gibi de fakirlik yoktur.

İlim ve irfan, iman nuruyla mamur ve faydalı olur.

(Hakîkî) âlimlerin meclisleri, Cennet bahçeleridir.

İlim, kalbe yerleşmedikçe, sadece işitmekle fayda vermez.

İlmin fayda vermeyeni, kendisiyle amel edilmeyip yalnız dilde dolaşanıdır. En yüksek ve faydalı ilim ise eseri, âzâlarda görülenidir. Yani ilim ve amel, ceset ve ruh gibi bir arada olmalıdır. İlim ve amel birliktedir; kişi, ancak bildikten sonra bildiğiyle amel edebilir.

İnsanlar, bilmedikleri şeyin düşmanıdırlar.

Bilmediğin şeyi söyleme. Az bile olsa sadece bildiğini söyle.

İnsan, her söylediğini bilmeli, fakat her bildiğini söylememelidir.

Her işittiğini, başkalarına söyleme. (Zira her işittiğini söylemek, insanın yalancılığını gösterir.)

Kişinin sözü, aklının ölçüsünü gösterir.

Edepsizlikle, izzet ve şeref, bir arada bulunmaz.

İnsanlardan bir şeyler ummayı terk etmek, zenginliğin zirvesidir.

Kim dini için ihlâsla hizmet eder, çalışırsa, Allâhü Teâlâ, onun dünyasına kâfidir.

İçini ıslah edenin, dışını da Allâhü Teâlâ ıslah eder.

Gerçek garîb, vefâlı dosttan mahrum kalandır.

Dostları ziyaret etmekle, aradaki muhabbet tazelenir.

İkiyüzlülükle muhabbet bir arada bulunamaz.

Güzel ahlâklı kimselerle arkadaş olmak, büyük kerâmettir.

Hakkı bilirsen, ehl-i hakkı da bilirsin..

Sevgi Yoluyla